Avusturya adında, Türkiye tadında…

Bakmayınız uzakta olduğumuza; çok yakınınızdayız, yanınızdayız.

Avrupa’dan, Avusturya’dan ve dünyanın her tarafından biribirimizi çok yakından takip edebiliyoruz. Gülüşümüzü, endişemizi; neş’emizi, kederimizi hemen paylaşıyor, sesimizi ve nefesimizi duyabiliyoruz. Bu da teknolojinin nimetiyet yönüdür ki; yerinde, zamanında ve hakça kullanılırsa, ne büyük nimet!

Okuduklarınızı okuyor, gördüklerinizi görüyor ve duyduklarınızı duyuyoruz. Dünyanın neresinde olursak olalım, aynı görüş ve düşünceleri paylaşıyor, aynı duygularla heyecanlanıyor, aynı hislerle hisleniyoruz.

Gerek ismen ve cismen, gerek sûreten ve resmen henüz tanışamadığımız; fikir, zikir ve şükür yakınlığı içinde hasbihal edemediğimiz okurlarımızla da yayınlarımız vasıtasıyla, olabildiğince sağlam bir irtibat ağı kurmuş oluyoruz. Yorumlar, e-postalar güzel bir sinerji ve empati oluşturuyor.

Kaldı ki, bizim irtibat-tesanüd marifetimizin kaynağı kudsîdir. Sosyal medyanın sağladığının çok ötesindedir. Bu zaviyeden bakıldığında, hiç görüşme ve yazışma olmasa bile, daima okuduğumuz îman ve Kur’ân hakikatleri manen ve fikren beraberliğimizi te’min ediyor. Samimî ihlâs ve kardeşlik duyguları, önümüzdeki engelleri yerle bir edip, âdeta bir mekânda, bir zamanda, bir boyutta bir araya getiriyor. Bir düşünün, Hazret-i Üstâd’ın, Hulûsi Ağabeye yazdığına muhatabiyet ne büyük saadet! “Sen nerede bulunsan, şu kardeşinle ellerinizdeki Sözler vasıtasıyla sohbet edebilirsin. Ben de istediğim zaman, seni yanımda dergâh-ı İlâhîye beraber el açıp niyaz etmek suretinde görebilirim.”
***
Bu girizgâh; köşemizle ilk karşılaşarak, nur saçan gözlerini satırlar üzerinde gezdiren yeni bir okurumuzun, köşenin ismiyle muhtevası arasında beyhude bir bağ kurma zahmetinde bulunmaması içindir. Hemen ifade edeyim. Bu mektuplar; Avusturya adında, ama Türkiye tadında oluyor umumiyetle.. Acı da olsa, tatlı da, bu tad bizi, hepimizi daha çok cezbediyor..

Okurlarımızın isteklerinin de bu yönde olduğu apaçıktır. Hatta bir zamanlar bir okurumuz, “Avusturya ile alâkalı olunca, okumuyorum, zira beni ilgilendirmiyor” demişti. Genel anlamda, gösterilen alâka veya alâkasızlık da bunu gösteriyor zaten..

Şimdi köşemize münhasır olmayan, genel mânadaki ince bir “hal okuması”, bir fısıltı sıcaklığında kulaklarınıza misafir olsun. Yazara şevk ve ilham veren, onu devama sevk eden en önemli unsur; okuyucunun alâka ve memnuniyetidir. Çeiştli vesilelerle bu izhar edilmezse, yazar zamanla kendi yazdıklarına bir “fuzûlilik” hamlederek, kendi kendine haksızlık edebilir. Halbuki Yeni Asya’da “fazlalık” addedilebilecek bir yazıya, bir yoruma yer verilmez, verilmemeli.

Kaldı ki, kalemler köşelerin mahkûmu değildir. Köşeden müstağni hür kalemler kitaba yönelirler, kitaplaşırlar. Hele bir de, basın dünyasında ele geçirdikleri köşeleriyle, meşrû-gayrımeşrû demeden köşeyi dönme sevdalıları var ki, bizden uzak olsunlar fersah fersah.. Ha, bizim “kûşe-i kabir”, “kûşe-i uzlet” gibi çok huzurlu köşelerimiz de var ki, sultanlar bile imrenmiştir. Yavuz Sultan Selim’in dilinde “kûşe-i kabir”, Kanunî Sultan Süleyman’ın dilinde “kûşe-i uzlet” zirvedeki yerlerini almışlardır.

Bir ara, bir süreliğine “kûşe-i uzlet”ime çekildiğimi, kıymetli bir dostumun merakına mukabil şöyle izah etmiştik:

Hatırlayıp sormanız beni mesrûr eyledi.
Bir “hâlet-i ruh” beni yazıdan “dûr” eyledi..
Risâle-i Nurları okumaya râm edip;
Dağınık efkârımı toplayıp “nûr” eyledi…
***
Avusturya dedim ya; Avustralya ile karıştırmadığınızdan emin olmalısınız. Bu iki ülkenin çok farklı konumlarda olduğunu görüyor, biliyor, kabul ediyorsanız ve Avusturya’dan söz etmeme bir itirazınız yoksa, hemen arz edeyim.

Öyle gürültüsüz ve tantanasız bir ülkede yaşıyoruz ki, “sükûnetin, sessizliğin ve sadeliğin bu kadarı da fazla” diyesi geliyor insanın.. İşler yürütülür, şeffaf ve dürüstçe.. Haberler verilir, olumlu ve olgunca.. Yayınlar yapılır, sessizce ve sâkince.. Seçimler yapılır, bazıları ancak evine gelen seçmen kartı sayesinde haberdar olur. Bu kadarı yetmez mi? Daha nesini yazayım ben bu ülkenin?

Türkiye’ye gelince; “ne sen sor, ne ben söyleyeyim” desek bile, ne soran sormasından, ne söyleyen söylemesinden ve ne de yazan yazmasından vazgeçebiliyor.
Haydi daha fazla uzatmadan, tadında bırakayım. Selâm ve muhabbetle..

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*