Ayasofya ve M. Kemal

“Said Nursî ve M. Kemal” dosyasında örnekleriyle işlemeye çalıştığımız gibi, M. Kemal’in din, Kur’ân, Peygamberimiz, ezan, ahiret gibi konulardaki fikirleri belli.

Ama bunlar belgeleriyle ortada iken bilhassa siyasete meraklı bir kısım “dindarlar” onun bu cihetini ısrarla gözardı edip, “dindar bir M. Kemal imajı” çizme gayretini devam ettiriyorlar.

M. Kemal daha Kurtuluş Savaşı sürüyorken “Tesettür kalkacak” hedefini kayda geçirtmişken, onun adına ihdas edilen başörtüsü yasağını yine ona şikâyet edip, Zübeyde ve Lâtife Hanım posterleriyle eylem yapma şaşkınlığı buna bir örnek.

Bir diğeri geçtiğimiz günlerde sergilendi.

Fatih’in vakfiyesindeki lâneti hiçe sayarak, fetih sembolü Ayasofya’yı mabed olmaktan çıkaran ve Resmî Gazete’de dahi yayınlanmadan yürürlüğe konulan gizli ve korsan kararnamedeki Atatürk imzasının sahte olabileceği iddia edildi.

Maksat, “Atatürk öyle şey yapmaz, bu iş onun izni ve bilgisi dışında yapıldı” denilerek, onu Ayasofya meselesinde de ibra ettirmeye çalışmak.

Tıpkı Dersim katliamında olduğu gibi.

Halbuki, hele Ayasofya’nın müzeye çevrildiği 1934 yılında M. Kemal’i dışlayarak birşey yapılması mümkün müydü? Bu suali Prof. Dr. Said Öztürk de soruyor. Prof. Dr. Metin Hülagü “Onun bilgisi olmadan yapılması çok mâkul değil” diyor. Prof. Dr. İlber Ortaylı da kararnamede Atatürk’ün imzasının bulunduğunu ve bu imzanın gerçek olduğunu söylüyor (Vatan, 20.12.11).

Bediüzzaman’ın “Ayasofya’yı puthane yapan bir kumandanın keyfî, kanun namındaki emirlerine fikren ve ilmen taraftar değiliz ve şahsımız itibarıyla amel etmiyoruz” (Tarihçe, s. 869) ifadesi de bu çerçevede önemli vesikalardan biri.

Peki, tarihî gerçekler de, dönemin özellikleri de, akıl ve mantık da aynı şeyi söylerken, bazılarının bunlarla inatlaşarak, ısrarla aksini gündeme getirmeye çalışmalarının izahı ne olabilir?

Safdillik mi, şaşkınlık mı, yoksa işin içinde bizim bilemediğimiz daha başka şeyler de var mı?

***

Atatürk’ü en iyi Erdoğan okumuş

Hayli zaman önce “Obama gibi geldi, Bush’a benzedi” diye eleştirildiğinde “Beni illâ birilerine benzetecekseniz, Atatürk’ten başlayın, Kanunî’lere, Yavuz’lara, Fatih’lere, Osman Gazi’lere kadar gidin” diyen Tayyip Erdoğan’a Atatürklü bir övgü de reklamcı İlyas Başsoy’dan gelmiş.

“Atatürk’ü en iyi okuyan lider Erdoğan” diyen Başsoy, bu iddiasının gerekçesini şöyle açıklıyor:

“Atatürk’ün masasının başında, sağında Celal Bayar, solunda İsmet İnönü oturuyordu. Atatürk öldükten sonra bu ikisinin ayrışması yaşandı. Devlet olarak Atatürk halen devam ediyor. Bayar ekolünden gelen Erdoğan ve İnönü ekolünden gelen Kılıçdaroğlu var, ancak merkezde yine Atatürk duruyor. Erdoğan İslâmî değerlere saygılı olmasına rağmen modern ve Atatürk’ün ülkesinin lideri.” (Elif Key, Habertürk, 24.12.11)

Başsoy’un iddiası değişik açılardan tartışılabilir. Meselâ “Devlet olarak Atatürk devam ediyor, merkezde yine Atatürk duruyor” ifadesi “Hangi Atatürk?” sualini gündeme getirirken, vurguyu Erdoğan’a yapması “Atatürk Erdoğan’la sürüyor” neticesini veriyor. Peki, AKP lideri Başsoy’un dediği gibi Bayar ekolünden mi geliyor, yoksa Fevzi Çakmak çizgisinden mi? Bize göre ikincisinden.

***

İlâhî ikaz ve Sırrı Sakık

İbrahim Özdabak’ın Van depremi için çizdiği “İlâhî ikaz” karikatürünü Meclis kürsüsünde gündeme getirip Yeni Asya’ya sataşan Sırrı Sakık, geçtiğimiz günlerde Mersin Milletvekili Nebi Bozkurt’a da aynı düzlemde yüklenmiş; “Depremin bir ilâhî adalet olduğuna vurgu yaparak, grubumuza ağır bir dille hakaret etmiştir” deyip, Bozkurt’un özür dilemesi gerektiğini söylemiş. Anlaşılan, “İlâhî ikaz ve adalet” sözleri, Sakık’ta bir saplantı ve kompleks haline gelmiş. Yarası olan gocunur. Ama ondan bundan özür isteyeceğine, evvelâ Yeni Asya’ya özür borcunu ödesin.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*