Ayinesi iştir kişinin, kanunlarına bakılmaz

Kuvvet kanunda olmayınca, idaredeki her şahıs bir diktatör kesilir. Devlet başkanından ta müstahdeme kadar… Türkiye yaklaşık yüz senedir bu musibetin pençesinde kıvranıp duruyor.

Düne kadar Müslümanlığımızdan dolayı Avrupa’nın bizi aileye kabul etmeyeceğini savunan adamın elleriyle oluşturduğu “başörtüsü yasağını” AB’ye havalesini düşündükçe insan olarak aptal yerine konulmanın ıztırabını yaşıyorum. Şeytana bunca maskara olmak yetmiyormuşçasına, bir de AB tarafgirliğini siyasî istismara kalkışınca birkaç noktayı tekrar hatırlamak istiyorum. Bizdeki cumhuriyetin de, demokrasi hareketlerinin de birçok AB ülkesinden eski olduğunu elbette biliyorsunuz. İlk Meclis-i Meb’usanın yaptığı kanunların 12 Eylül anayasasından da demokratik olduğunu elbette biliriz. Fakat cumhuriyette de, demokraside de üçüncü dünya ülkelerinin gerisine Kemalistlerimizin başarısıyla düştüğümüzü de itiraf etmek zorundayız.

Mesele “uyum yasalarını” çıkarmakla hallolsaydı, daha önceki yasalar insanca tatbik edilir ve biz de medeniyet yolunda yürümüş olurduk. Meselenin kanunların milletin vicdanında makes bulmasında olduğunu, Avrupa’yı yakından tanıyanlar iyi bilirler. Kuvvetin kanunda olabilmesi için de, hür bir toplumun o kanunlara reyleriyle hayat ve şuur vermesi gerekiyor.

33 seneden bu yana kimliğini bu gazete ile efkâr-ı âmmeye ilân eden bu camianın ta başından beri AB’ye taraf olduğunu biliyoruz. Yalnız, İsa’nın (as) dininden ve İslâmiyetten nur alan bir Avrupa ile yapılacak karşılıklı menfaat birliğini anlamayan ve “kurtarıcıların peşinden sürüklenen” kimi Müslümanların da engellemesiyle ülke büyük zararlara uğradı. Bilhassa son yirmi küsur senede, Türkiye’nin tarihî kimliğinden tamamen vazgeçmesi istikametinde yapılan tahribatlar ise, bugün bizi, millî kimliğimizi AB içinde aramaya mecbur bırakmış. Ne hazin…

Böyle bir ortamda Ankara’nın “AB uyum yasalarını” çıkarmış olması ne Avrupalılar için ve ne de mazlûm Anadolu halkı için çok fazla bir mânâ ifade etmiyor. Zira bizim yaklaşık seksen senelik bir ikiyüzlülük politikamız var ki, devleti hem içeride, hem de dışarıda güvenilmez hale getirmiş. Milletine karşı bunca zaman samîmiyetsiz davranan hükümetler dünyada ancak bizde olduğundan, “uyum yasalarıyla” Kopenhag”a yaklaştığımıza pek kimsecikler inanmıyor.

“Uyum yasaları” uyum için değil mi? İçki içmemenin, fuhuşta bulunmamanın, selâmlaşmanın, tesettürün, ikiyüzlülük yapmamanın ve rüşvete karşı çıkmanın kimilerince ayıplandığı bir ülkede “Kopenhag kriterlerine yaklaşıyoruz” diye nara atmanın birazcık ayıp olduğu kanaatindeyim.

Dinle arası hiç iyi olmayan birileri dinî kimliğin AB içinde de yasak olduğunu iddia ede dursunlar… Evvela mahallî olan bir-iki hadiseyi umumileştirmek, maskaralık olur. Kaldı ki, İslâmiyetin temel insan haklarıyla uyum içinde olup olmadığını ilmî mahfiller araştırmaya başladı. Bugüne kadar çıkan sonuçların hepsi müsbet…
Bu arada şunu hatırlatmakta fayda var: “AB’ye millî kimliğimizle girelim” sözünün neyi içerdiğini elbette biliyorsunuz. İspanyalı, Portekizli, Yunanlı ve İsveçli millî kimlikleriyle bugün Avrupa Parlamentosunda oturuyorlar. Bin seneden beri İslâmın bayraktarlığını yapmış bir milletin “millî kimliği”nden bizim ve Avrupalıların anladığı, temel insan hak ve hürriyetleriyle tamamen örtüşen İslâmî değerlerden başka birşey değil. Avrupa’nın eksiklerini kendisiyle tamamlamaya çalıştığı bir İslâmı “AB içinde yasak” farz etmek, gün ortasında güneşe gözlerini kapama ahmaklığından başka ne olabilir?

Amerikalı dinozorlar 12 Eylül’den bu yana Türkiye’yi AB’ye hazırlıyorlardı. Dininden, ahlâkından, kültüründen ve tüm kimliğinden soyutlarıan bir ucube olarak Türkiye’yi AB’nin kucağına oturtup, bir taşla iki kuş vuracaklardı. Tıpkı H. Ali Yücellerin “dinsiz Kemalist bir Anadolu“ hayali gibi… Fakat 14 Mayıs onların beklentilerinin tam aksini ortaya koydu.

Bugün de bilhassa Amerikalı şahinlerin ve onların babalarının son yirmi senede yaptıklarına ve bugün yangından mal kaçırırcasına bizim mefluç hükümetle yapmak istediklerine dikkat ederseniz, Salamon’un niyetini biraz daha iyi anlayabilirsiniz.

Ancak realiteler buna inşaallah şimdi de imkân vermeyecek. Türkiye bin yıllık tarihini inkâr edemez. Ve artık Avrupa’da yalan yerine ilim konuşuluyor.

Bir başka sıkıntımız da, bizim sefahatte ve ahlâksızlıkta tiryaki olmuş dinozorlarımız. Ama onlar da AB içinde istedikleri keyfiliği, ahlâksızlığı, zulüm ve kanunsuzluğu yapamayacaklardır. Bunun için AB’ye karşı çok mesafeliler. İşin garibi, bunlardan bazıları Türkiye’yi AB ülkelerine “model ülke” olarak sunmaya bile kalkışıyor. AB içinde dinsizlik ve sefahat lehinde bir icraat olduğunda büyük puntolarla gazetesine taşıyor, ekranında seslendiriyor. Fakat bu hokkabazlıklar neticeyi değiştirmeyecek.

AB’ye fiziken girmeden önce fikren girmek mecburiyetinde olacağız. Zihninde hâlâ iki yüz-üç yüz sene öncesindeki “kurtarıcı lider” heyûlasıyla düşüp kalkanlar bu yolda hem bize, hem de kendilerine sıkıntı çıkaracaklar. 30 sene Erbakan’ın peşinde “kurtarıcı” diye koşanların verdiği zararı anlamayan kaç kişi kaldı? Fakat aynı zokayı Özal’la ve bugün de Tayyip’le yutanlar, maalesef muasır ve medeni olma rüşdünü ispat edemeyecekler. Zira AB’de lider şahısların peşinde koşulmaz, mütehassıs çalışma gruplarının oluşturdukları “lider projeler” etrafında toplanılır. Orada siyaset proje bazındaki icraatlara endekslidir. İstanbul’u Erbakan’ın himmetiyle idare edebilmiş birisine “kurtarıcı lider” diye sarılmanın ne akılla, ne ferasetle ve ne de medeniyetlik hiç ilgisinin olmaması gerekir.

Türkiye artık yalnızca doğruluğu, ahlâkı ve temel insaniyeti esas almak zorunda… Hayat felsefesi haline gelmiş yalan, rüşvet ve takiyye mutlaka kapı dışarı edilecek. Bu da kuvvetin tekrar kanuna geçmesiyle mümkün olabilir. Bütün bu dert ve problemlerin çözüm noktasını ise Üstad bundan tam bir asır önce ortaya koymuş: HÜRRİYET…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*