Babalar…

Çok şey onunla devam eder.
Babadır.

Mekânından gıdasına,
Terbiyeden eğitime,
Giyecekten yiyeceğe,
Borçlardan harçlara,
Vergilerden gelirlere,
Ulaşımdan ekmeğe,
Evlilikten çocuklara,
Anne-babadan kardeşlere,
İğneden ipliğe her şey babanın omuzundadır.
Bu yükü Cenâb-ı Hak babaya yüklemiş.
Sorumludur…
Koşar ve koşturur.
Eskiden hayat böyle değildi.
Şimdi evlenecek ve baba olacak bir eşin mutlaka sağlam bir geliri olması bekleniyor.
Hayat şartları çok ağır.
En küçük bir ailenin bile bir çok ihtiyacı var.
Bu ihtiyaçlar hem yerine getirilecek, hem de aile bireyleri memnun edilecek.
Anne ise dahiliye bakanı!
O ev işleri ve çocukları ile ciddî manada ilgilenecek.
Hayat böyle akıp gidiyor.
Giderken her şey süt liman gitmiyor tabiî.
Geçimsizlikler ve hoşnutsuzluklar baş gösterebiliyor.
Bu bazen anne veya babadan, bazen de çocuklardan kaynaklanır.
Sağlam yapılı bir aile, cennetin bir numunesidir.
Aile âhenkli değilse, bu yuva cehennemî bir mahiyet arz eder.
Çocuklar ağlamaya,
Nineler ve dedeler haykırmaya,
Anne ve babalar kahrolmaya başlar.
Aile saadeti, aile felâketine dönüşür.
Bunlar bir iç fırtınadır.
Sessiz yaşanır.
“Aman kimse duymasın” mantığı içinde ailede depremler yaşanır.
Sefahet ve rezaleti kendine hayat tarzı olarak kabul eden anne veya babalar, çocuklarını da o yönde ahlâkî zafiyete uğratırlar.
Buna rağmen saadeti ve mutluluğu kendine hayat tarzı olarak kabullenen aileler de vardır.
Bu ailenin anneleri daima mütebessimdir.
Babaları mert ve asildir.
O anne ve baba, hizmetin ve ailenin sorumlulukları ile yaşarlar.
Ne kazandıklarına şımarırlar, ne de kaybettiklerine üzülürler.
Kanaat ve iktisat bu ailenin temel taşıdır.
Bu hanelerde namazlar kılınır,
Kur’ânlar okunur,
Risâle dersleri yapılır.
Doyasıya duâlar edilir.
Melaikeler bu mekânlarda cirit atar.
Anne ev ve dershanedeki dersleri ihmal etmez.
Çocukların eğitimleri ile beraber, hizmetin gereklilikleri ile hem-hâl olurlar.
Gayeleri rıza-i İlâhîdir.
Cemaat ruhu hâkim olur o hayata.
Ailevî işleri ile hizmetin işlerini bir ve beraber götürürler.
Kendi aile bireyleri ile beraber, çevresindeki insanlara da bu kudsî hakikatleri büyük bir arzu ile ulaştırırlar.
Bu santralın başında baba vardır.
Giyimi ve kuşamı ile çevresine örnek olur baba…
Evlâtları ne kadar serkeş olsa da şefkatlerini onlardan esirgemez.
Baba ne kadar haksız da olsa, evlât ona karşı bed muâmelede bulunamaz.
Yaşlandıklarında ise onlara “öf” bile demeyi yasaklar dinimiz.
Duâ işte bu merkezde başlar.
“Bir babanın evlâdına duâsı, bir peygamberin ümmetine duâsı gibidir” demişti İki Cihanın Sultanı (asm).
Evlâtlar biraz geç zamanda anlarlar babanın kıymetini.
Babalardan çok anneleri severler çocuklar.
Anne başkadır.
Derdinizi bütün berraklığı ile açarsınız ona.
Babaya ise gizlenir bir çok şey.
Çok çektirmiştir babaya evlâdın biri.
Baba sekerat ânındadır.
Evlâdı baş ucuna gelir ve şu müjdeleri verir babasına:
“Babacım bak ben namaza başladım.
İşlerimi düzelttim.
İyi bir hayata girdim.
Çocuklarım ile yakından ilgilenmeye başladım.
İçkiyi ve kötü arkadaşlarımı terk ettim.
Tam senin arzu ettiğin gibi derslere gidiyor ve hizmetlerin ucundan tutar oldum.”
Baba gözlerini memnuniyet duygusu içinde oğluna doğru yöneltir ve şöyle der:
“Çok güzel evlâdım.
Oldukça sevindim.
Ama uzun yıllar beni, anneni, hatta kardeşlerini üzerek beni bitirdin” der.
Ve baba ruhunu biraz sonra teslim eder Allah’a…
Hayat işte bu…
Zaman geçer, ama şartlar değişmez.
Sadece mekânlar ve giysiler değişmiştir.
Ama ailedeki bu hayatlar kıyamete kadar devam edecektir.
Mutlu hayat tabloları CD’lerde veya fotoğraflarda kalacaktır.
Ama o babadır.
Bazen hayatta yalnız kalır.
Ve Rabbine sığınır.
Çünkü onun sorumlulukları vardır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*