Bahar ola, hayrola!

Dara düşünce, ya da umutsuzluk ağır basınca; ya kendi kendimize mırıldanarak, ya da bir dost telkiniyle “gün doğmadan neler doğar” tesellisine sığınırız.

Bazen de geç vakitlere kadar üstesinden gelemediğimiz, içinden çıkamadığımız işi olduğu gibi bırakırken, “sabah ola, hayrola” sloganından medet umarız ki, bunlar güzel şeylerdir..

Biz de zaten sabaha muhtaç ve namzet; fecre âşina ve ümitli; hayra amade ve talip; bahara hayran ve âşık; haşre müteveccih ve mecbur  topluluklar değil miyiz?

Ve.. Her geceden sonra sabahı, her kıştan sonra baharı getiren, dünyanın ömür günleri adedince güneşi üstümüzde doğduran ve şerleri hayırlara kalbeden Rabb-i Zülcelâl’imiz vardır.

Ve.. Kararan gecelerin sabahı, dehşet saçan kışların baharı yakın olur!

Öyleyse, bu yaz ortasında İslam dünyasındaki kış manzaralarına, Myanmar’daki Müslüman katliamına ve Ortadoğu’daki kış fırtınalarına şahit olurken, ümidimizi yitirmeyelim;

“Bahar ola, hayrola” diyelim.
Ama seyirci kalarak, her şeyi  olduğu gibi bırakarak değil; gaflet gecesini ve ümitsizlik kışını üstümüze çekerek değil! Fiilî ve kavlî dualardan uzak kalarak değil!

Mealen, “Ben de bu kış ortasında baharın gelmesini isterim, ama onu getirmeye iradem ve iktidarım yetmez” diyen Üstâd’a tâbi olalım..

Ki, ona tâbi olduğuna, onun nazarıyla ahval-i âleme baktığına, satır aralarında onun fikirlerini ve yorumlarını yaydığına inandığımız gazetemiz vardır, neşriyatımız vardır.. Kur’ân’dan ve Resûlullah’tan mülhem ve muhkem Nur Külliyatımız vardır!
«««

İşte Orta Doğu; işte Irak, işte Mısır, işte Libya, işte Suriye! İşte Şam, işte Halep!

Kan ağlıyor zarı zarı, her taraf can pazarı! Ve dillerden düşmeyen nakarat: “Arap Baharı!”

İlk olarak da Batı’nın diline düştü bu tabir, batılcasına! Olamazdı bu tabir hakçasına, inanılmazdı onlara ahmakçasına!

Onların bakışı da batıldı bu coğrafyaya.. İsterlerdi ki, bu coğrafyanın insanları kalsın aç, sefil, yaya; kendileri yükselirken aya!

Onlar bu coğrafyanın kara çarşafına menfur, kara petrolüne medyun nazarlarla bakarlardı!

Ey benim “hüsn-ü niyet ve hüsn-ü telakki” sahibi sevgili kardeşim! Bakıyorum, Orta Doğu’daki bu ayaklanmalara sen de “Arap Baharı” nazarıyla bakıyorsun.

Hiç senin bu bakışını rencide etmeye kıyar mıydım?

Kıyamadığım içindir ki, aylar önce bir yazıya başlarken, şöyle bir başlık atmıştım:

“Baharın böylesi düşman başına!”

Ama yazamamıştım, kıyamamıştım kafandaki “bahar”a! Dökememiştim soğuk suyu pişmiş aşına!

Sular ısındı sonra, kaynarcasına.. Şimdi sen ne dersin, Suriye’nin bu iç savaşına, orada kan ağlayan kardaşına!
«««
Hâlâ “bahar” diyorsan, dur orda biraz! Şunları da istersen aklında tut, istersen yaz:

Hemen bahar olmasa da, baharın habercisi olabilirdi nümayişler, mitingler, hürriyet naraları.. Olmasaydı lakin hain emeller, gizli senaryolar, olmasaydı bu iç savaş manzaraları!

Gitti Saddam, geldi katliam ve etnik kıyam! Sindi Esad, çıktı fesad!
Sahi ne yaptı Türkiye, Esad’a “çek git” diye diye!

Bahar isteniyorsa, hürriyet özleniyorsa ve bu talep bir hak ise, bunun yolu da hak olmalıydı, haklıca olmalıydı. Nitekim Suriye’deki Müslüman Kardeşler Teşkilatı da, “Kan dökmekle zafer olmaz” diyor. Bediüzzaman; hürriyeti ve meşrûtiyeti, buna en çok muhtaç olan şarka anlatırken, “tembellikle onun yolunu yapmazsanız, yüz sene gecikecektir” demişti ve öyle oldu. Şimdi daha da geciktirilmek isteniyor. Şimdi Arap âleminden de bahar kokusu geliyor, ama o kokudan rahatsız olanlar, onu engellemeye çalışıyorlar.

Küresel ve bölgesel menfî aktörler zalimdirler, çıkarcıdırlar. Bunca menfi aktörlere inad bir de “müsbet” aktör çıkamaz mıydı meydana? Ve bu da Türkiye olamaz mıydı? Şu ana kadar olamadıysa, strateji değiştirip bundan sonra olamaz mı? İç savaşa engel olmada rol alamadıysa, onu durdurmada rol alamaz mı? Unutulmasın ki, iç savaş dümeninde Esad ve muhalifler kadar, Esad’ı kızdıranların, muhalifleri azdıranların ve iç savaş senaryosunu yazdıranların ve körükleyenlerin vebali olacaktır.

Halbuki Türkiye’nin Suriye ile ne güzel bir diyaloğu, ne güzel bir kucaklaşması vardı, daha düne kadar! Çıkabilirdi bundan güzel bir sonuç; barış ve bahar! Lakin devam ettiremediler, tahriklere kapıldılar!

Bari biz devam ettirelim yayınlarımızla, fikirlerimizle, dualarımızla..
Ve bekleyelim, görelim… Bahar ola, hayrola!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*