Baharı karşılamaya hazır mıyız?

Bu sabah Kur’ân-ı Kerîm’i açtığımda karşıma yine aynı âyetler çıktı: Hûd Sûresi’nin 9, 10 ve 11. âyetleri.

“Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırsak, sonra da bunu ondan alacak olsak, o ümitsizliğe düşer, nankörleşir. Eğer başına gelen bir sıkıntıdan sonra ona nimetler tattıracak olsak, bu defa da ‘Bütün kötülükler benden uzaklaştı’ deyiverir; şımarıp böbürlenir. Ancak sabreden ve güzel işler yapanlar bundan müstesnadır. İşte onlar için bir bağışlanma ve büyük bir ödül vardır.”

Kur’ân’ı ne zaman açsam, her defasında karşıma çıkıyor bu âyetler. Bunda da bir hikmet olsa gerek. Dikkatle okumaya, âyetin ışığında hayatı, insanı, kendimi tanımaya yeniden başlıyorum…

Evet, Kur’ân ne kadar okunmayı bekliyorsa, gözümüzün önündeki kâinat kitabı da okunmak için o kadar bekliyor…

Elimizdeki kurşun kalemin bir yanından bir çiçek çıksa şaşırırız. Belki de korkuyla, telâşla kalemi bir yana atarız ya da bu mu’cizeyi herkese göstermeye kalkarız.
Değişen ne ki? Şimdi Allah (cc) rahmet hazinesinden kupkuru ağaçlara bembeyaz elbiseler giydiriyor, elimizdeki kalemin hammaddesi olan odundan çiçekler çıkarıyor, kâinat kitabının aralarında yeni bir sayfa açıyor okumamız için…

Geçen, bir sohbet esnasında ortaya “Hafızlarımız Kur’ân’ı okuyor; peki Kur’ân ne okuyor?” diye bir soru atıldığında, şöyle birbirimize bakışmıştık. Evet, Kur’ân da kâinatı okuyor. Kâinat kitabının kıraatidir Kur’ân-ı Azîmüşşân…

Bir bu Kur’ân, bir de gözümüzün önündeki kâinat kitabı. İkisi de Allah’ın kitabı. Okumanın bu türlüsü, hedefine götürür insanı. Allah’ın kelâmı olduğu, vicdanımızda tasdikini buluyor. Zerre miktar tereddüt olmuyor bu kitabın Allah’ın kelâmı olduğuna. Çünkü sözün de nihayet gelip dayandığı bir öz vardır; o da insanın kalbindedir.

Zaman ki akıp gidiyor su gibi bir daha dönmemek üzere… Oysa suyun bile durduğu bir yer var, ama zamanın durduğu bir yer yok. Bakın, bu kadar az söz içinde bile neler anlattı bize Allah’ın kelâmı. Onları iyi anlamak, öğrenip yaşamak bize ebedî bir kurtuluşun kapılarını aralıyor.

Okumaktan gitgide uzaklaşan bir yanımız var. Boş şeyleri boş gözlerle seyretmek tehlikesiyle karşı karşıya insan. Faydalı şeyler olsa neyse de, en değerli varlığımız olan ömrümüzü boş yere akıtıp götüren şeyler olması da ayrı bir dert. Seyretmekle öğrenilenler, okumakla öğrenilenler kadar tesirli olamıyor elbette. Televizyon insanı hazıra alıştırıyor, zihnî faaliyetleri ve araştırmayı durduruyor. Daha da ötesi, tembelliğe alıştırıyor. Âdeta bir yanımıza felç inmiş gibi, ekran karşısında uyutuluyoruz, uyuşturuluyoruz. Beş on dakika ekran karşısında oyalanmakla beş on sayfa kitap okumanın bedeli aynı mıdır? Her ne işte olursa olsun, insanın alın terinin damlamadığı, üzerinde heyecanını hissetmediği faaliyetin hangi kutsallığı olabilir ki? Bunun insana ne faydası olabilir ki, insanlığa bir faydası olsun?.. Bunları bilmiyor muyuz? Bilmek başka, yapabilmek apayrı bir şey.

Hz. Zekeriyya’nın (as) bir duâsı:
“Rabbim, beni yalnız bırakma…” (Enbiyâ, 89)
Sanırım bu duâyı hepimiz, her zaman, girdiğimiz çıktığımız her hâl için hatırlamak durumundayız.

Ömür sermayesinin nasıl tükendiğini anlamak için televizyon ekranının bir yanına bir sayaç konulsaydı, her programdan sonra, “Ömrünüzden şu kadar dakika eksilmiştir.” diye söylenseydi, o kutunun düğmesine eller o kadar kolay uzanamazdı.

Hayat kitabımız Kur’ân ile Nurların üzerine ise şöyle bir şey yazmak gerekiyor sanırım, aşk ile, şevk ile elimizi atmak için: “Dünya ve ahiret saadetiniz bu kitaplarda. Sayfalarını açıp açmamak size kalmış.”

İnsan tercihlerinin toplamıdır. Neyi tercih ediyorsanız, hayatınız o yönde şekillenecek, yolunuz sizi oraya çıkaracaktır. Yakınmaya hakkımız yoktur, çünkü seçtiğimiz yolda yürürüz.

Bas bas bağırıyor adamlar her yerde: “Bir deneyin, bir tadın.” diyorlar, “Beğenmezseniz para almıyoruz.” Evet, bu kitapların hangi sayfasını hangi gün açtık da hayatımıza arzu ettiğimiz tat gelmedi? Hayatımızın can suyu harekete geçmedi diyebilir miyiz? Defalarca yaşamışızdır bunu. Bir âyet, bir işaret olmuştur. Nurlardan bir satır, hayatımızı şekillendiren, önümüze yeni bir sayfa açan taze bir başlangıç olmuştur hep.

Bir dostu ziyaret için nice yollar, nice mesafeler kat ediyoruz. Rabbimizin dâveti, Kur’ân’ın sayfaları arasında bizi bekliyor. Üstadımızı özlediysek, onunla görüşmek istiyorsak, çok masrafa gerek yok. Kitabın sayfaları bizi bekliyor. Rüyalarda görüşmeyi bırakıp da hakikatine ermek için kitaplarının içine girmek gerek… Bizde hasret, bizde merak, bizde iştiyak kaldıysa… Kendimize bir anlatabilsek bunun önemini, çocuklara da anlatacağız kitaplardan daha değerli hiçbir hazinenin olmadığını. Ve en kıymetli kitapların da Allah’ı, Rasulünü (asm) ve sahabeleri anlatan eserler olduğunu…

Hayatımız durup dururken yoluna girmez, biz onu yoluna koymanın gayreti içinde olmadıktan sonra…

Allah’ın san’atını, eserlerini okuyup anlatmak ve hayran kalmak için yollara dökülmenin ve gözlerimizin önüne serilen bu güzellikleri önü alınmaz bir coşkuyla seyretmek için uyanmanın tam zamanıdır.

Şu anda vefat etmiş olsak ve kabirde bulunsaydık, böyle bir fırsatın sunulması için bize, neler vermezdik ki? Tekrar dünyaya gelip dolu dolu bir nazarla, iman dolu kalple ve gözle hayran hayran nasıl seyrederdik Allah’ın kâinattaki âyetlerini, eserlerini. Yeri göğü çınlatırdı “Sübhanallah, Maaşallah, Bârekallah…” sesleri. Öyle değil mi? Öyle yapardık her halde. Peki, madem yaşıyoruz ve hayattayız şu anda, bunu şimdi yapmaktan bizi alıkoyan ne?
***
Rahmetli Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan Hocamızdan, dilimden düşmeyen bir hatıra:

Nerdesin boyacı?

Bir abide açılıyordu. Üzerini örten perde, kıvrım kıvrım sıyrıldı. Güzel san’at eseri, hayran gözlerimiz önünde yükseldi.

Küçükken babamın anlattığı bir hikâyeyi hatırlayıverdim: Bahar zamanı imiş. Dağıstan’da bir yolcu köyden köye giderken, bir dağ eteğine varmış.

Bakmış kırmızı, mavi, sarı, mor, pembe, beyaz çiçekler bu tepenin yamacını kaplamış.

Hafif rüzgârlar ile dalga dalga köpüren bu renk, ışık tufanı yolcuyu bir yıldırım gibi bir anda çarpmış, neler olmuş o anda, kim bilir neler olmuş; başlamış bağırmaya:

“Neredesin boyacı; boyacı, sen nerdesin?”
Renkleri öpen bu ses, vadileri dolaşmış; köy köy duyulmuş bu ses; şehir şehir çınlamış:
“Neredesin boyacı; boyacı, sen nerdesin?”

Bu zavallı meczubu çocuklar taşlamışlar; büyükler kovalamış… O, istifini bozmaz; gözü meçhul bir ufkun çizgisine dikilmiş, mütemadiyen arar, sorar, arar dururmuş.

Karanlık gecelerin korkunç hayaletleri bu soruyu dinlemiş, tipilerin feryadı, şimşek şakırtıları bu sesi boğamamış.

Kış demez, bahar demez gece gündüz dolaşır; zavallı, neyi arar?

Kim bilir neler olmuş; neler olmuş o anda? Belki ufuklar boyu uzayıp giden perde, kıvrım kıvrım sıyrılmış… Bilmem ki neler olmuş!..

Babamın tatlı sesi, hâlâ kulağımda:

“Neredesin boyacı, boyacı sen nerdesin?”
(Ali Nihat Tarlan, Güneş yaprak, s. 26.)
***
Her bahar mevsiminde hep bu hatıra gelir aklıma. Kâinat kitabı ve Allah’ın rahmet eserleri dururken, kendi eciş bücüş eserlerine dikkatleri çekenlere Allah gereken dersi veriyor, bizi de uyarıyor.

“Sanat haline getirdikleri şeyler orada bir işe yaramamış; yaptıkları ne varsa boşa çıkmıştır.” (Hûd, 16)
Yollara dökülme zamanı… Kâinat kitabını okuma zamanı…

Kâinat kitabının okumamız gereken sayfaları önce çiçekleriyle önümüzde açılıyor şimdi. Arkadan diğer sayfalarını görmek ve okumak gayreti bize kalıyor. Hayretimizi boş yerlerde, lüzumsuz işlerin peşinde tüketmezsek eğer, bu bahar çok kârlı çıkabiliriz, kâinat kitabının sayfalarını böyle okuyabiliriz. Kâinat kitabı ve Kur’ân bizi bekliyor. Biz kitabın içine girersek eğer,  kitap da bizim içimize girebilir. O zaman yaşayan bir kitap oluruz biz de. Kitap, insanı böyle şaşırtır işte… Kitap, kitapsa eğer, Allah’ın yarattığı bir kitapsa, Allah’ın önümüze koyduğu âyetler ise, insanı böyle değiştirir işte…

Herkesin bir ihtida öyküsü var, bir diriliş öyküsü var bu dünyada. Bizim de bu baharda bir hikâyemiz olsun ister misiniz? Bu bahar bize Allah’tan en güzel armağanın geldiği bir bahar olmaya hazırlanırken, biz de onu karşılamaya doğru koşalım mı? Ne dersiniz?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*