Baharsız mevsimler

Bahar ve rebi kelimelerinin estetik ve ruh dünyamızın en şuh kelimeleri olduğunu, yeni şehir hayatının labirentleri arasında gözlerini açmış nesiller bilemeyebilirler.

Çocukluğumun coğrafya dersi öğretmenleri, nüfusumuzun ekseriyetinin köy ve kasabalarda yaşadığını, ziraatla geçindiğini bize anlatırlardı. Malatya Gazi İlkokulunda babalarımızın meslekleri sorulduğunda, çoğunlukla “çiftçi” derdik ve ülkemiz bir tarım ülkesiydi. Nostalji de olsa tahassürle andığımız o zamanların dört gözle beklenilen mevsimi baharlar idi… İlkbaharın peşi sıra sürükleyip getirdiği hayat kadar, sonbaharın kucağını sevdiğimiz meyvelerle doldurup gelmesi de hasretle bekleştiğimiz zamanlardı.

Bir-iki yıldır, çevremizdeki ahbaptan “baharların tükenmesini” işitiyoruz. İlkbahara henüz selâm vermeden, peşi sıra bunaltıcı yaz geliveriyormuş. Ağustos’ların sonlarında beklediğimiz lâtif sonbaharların neredeyse kara kışlara karıştığını söyleyenler o kadar çok ki… Köln’deki yaşlı kadın da baharsız geçen zamanlardan sızlanıyordu. Mayıs ayının sonlarına kadar kaloriferleri yer yer yanan Avrupa’da da ilkbaharların nesli tükenmeye başlamış. Ömrünü şu gurbette Kur’ân dâvâsına adamış ve yetmiş yaşlarına kadar bu minval üzere yaşamış bir ağabeyimiz de, Bayern’in üşüttüğü kemiklerini ısıtmak üzere yine Mayıs’ta Adana’ya gittiğinde, köyde soba yakmak mecburiyetinde kalmış. Belki ısınırız diye coğrafyamızın en sıcak köşelerinden Gazipaşa’ya dostlarını ziyarete gittiklerinde, telefonla sıcak deniz kumundan istifade etmelerini tavsiye etmiştim. Dağlarla çevrili bu köyün bu mevsimde soğuk olduğunu kendilerinden duyunca, “baharların kaybolmaya” başladığı kanaati bende iyice pekişmeye başladı. Diğer kıtaları bilmiyoruz, ama gözlemlemeye çalıştığımız kadarıyla Avrupa ve Asya’daki baharların nesilleri tükeniyor artık…

Bizi yakından tanıyanlar meseleyi yaşlılığımıza bağlayabilirler. Meteorolojinin tarihçesini, çocuklukları şehrin betonları arasında geçmemiş orta yaşlıların beyanlarını ve gazete arşivlerini incelediğimizde baharlarımızın tehlikede olduğu ilim olarak da ortaya çıkıyor. Sebepleri üzerinde durmayacağız. Fazla merak edenler çevrecilere sorabilirler. Kyoto antlaşmasından imzalarını geri çeken tahripkâr ülkelerin ekonomi bakanlarına da müracaat edebilirler. Rabbimizin nadide bir sayfa olarak bize sunduğu semamızı uydular, uçaklar, füzeler ve atmosfere zehir kusan bacalarla kirletenlere nesli tükenen baharlarımızdan bahsedebilirler.

Nebatat âlemleriyle meşgul botanikçi ve zoologlar, her gün nesli tükenmekte olan bir bitki veya hayvan için vaveyla ededursunlar. Biz tükenen baharları konuşuyoruz. Yaşlı dünyamızın vücudunu vatan edinmiş ölümcül hastalıklardan kurtuluşun mümkün olmadığını fizik âlimleri de söylüyorlar. Önceleri ahirzaman tabirini kullanıyorduk. Belki bundan böyle “ahir ahirzaman” kelimesi daha uygun olacak. Yaşlı teyzeye doktor hastalıklarını tek tek sayınca; teyzemiz mahzunca sordu: “Bu hastalıkların kaybolması ve iyileşmesi mümkün değil mi?” Tecrübeli doktor teselli etti: “Bu hastalıklar seni cennete kadar takip edecek. Şayet tavsiyelere uyarsan bu dünyada seni çok da rahatsız etmezler.” Yaşlı dünyamızdan düne kadar nesli kaybolan bitki ve hayvanlara üzülürdük. İşte gördüğünüz gibi artık mevsimler kayboluyor.

Durduramadığımız küremizin dönüşü kat’iyetinde inanıyoruz ki, yolcuyuz. Akan yalnızca dünyamızın içinde bulunduğu kâinat seli değil… Durgun zannettiğimiz taş ve toprakta akmak var ise baharların da akıntıya kapılmalarını nefsimize kabul ettirmek zorundayız. Belki de en önemli nokta, ebedî bir ülkeye doğru koşan bu zaman nehrinin mahiyetini anlamaya çalışmak olmalı. Arkadan gelenlerin önden gidenlere mutlaka kavuşacaklarına ve bir meydanda bütün ayrılıkların son bulacağına yakinî bir iman olmalı. Önceden bir iken tecellilerle ufalaya ufalaya ayrılan parçalar tekrar bir ve beraber olmak üzere gayet sür’atle vuslat vadisinde seller gibi akıyorlar.

Baharları neden sevdiğimizi çok düşünmemişizdir. Rabbimizin tecellilerine en çok mazhar zamanlar olduğu için mi? Cennete alışkın ruhlarımızın vatanlarını tedai ettirdiğinden mi? Belki de güzelliklere âşık fıtratlarımıza daha ziyade cevap verdiğindendir. Kur’ân, insanlıklarının gereğini yerine getirenleri baharlarla müjdeliyor. Cemale müştak insanları teşviklerle cemal tecellilerinin zirvede olduğu diyarlara çağırıyor.

Önlerinde ebedî baharlar olduğuna inananlar, kaybolmakta olan baharlara diğerleri kadar üzülmezler, kanaatindeyiz. Ne de olsa insanız. Dünyamız küçücük bir köye dönüşünce hemcinslerimizin ıztırapları bizi de tedirgin edecektir. İmandan gelen şefkatle bitki ve hayvanların tükenmelerine üzüldüğümüz gibi baharlara da mahzun oluyoruz. Belki de, sekerata yaklaşan dünyamızı birden bire zemherirler sarmasın, son güne kadar az da olsa yeşil bir dalımız ve kokmasa da güzel bir gülümüz kalsın diye, insanlara baharların hakikî Sahibini anlatmak ve tanıtmak zorundayız.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*