Baharla gelen adam

alt

Bir ülke düşünün… Işıkları tamamen sönmüş, yaşayanların ise sesleri kısılmış. Ses soluk yok. Yalnızlar, ıssızlar ülkesi… Yıldırılmış, sindirilmiş insanların hepsi. Ağır uykuların gecesinden çıkamamış garip bir ülke…

İnsanların kendi aralarında bile konuşmaktan kaçındığı, birbirine yabancılaştığı acîb bir ülke… Yerin üstünde değil, sanki altında bir ülke. Görünürde pek kimseler de yok. Olanlar da ya gözaltında ya da zindanlarda.

Akla hayale gelmedik suçlamalarla yalnızlaştırılan insanlar ve korkunun dağları beklediği bir ülke… Gölgelerinden bile çekinir olmuş insanlar. Kanı o kadar çekilmiş, damarları o kadar kurumuş bir ülke… “Buradan bir bahar, buradan yeni bir hayat çıkmaz artık” denecek kadar bitmiş bir ülke. Baştanbaşa ölüler evi âdeta…

Ama biri var içlerinde… Yılmayan, sinmeyen, ümidini, şevkini hiç yitirmeyen biri var… İmanı sıradağlar gibi sağlam bir adam var.

Bu damarın, bu çınarın köklerinin bir gün hayat bulacağına inanan biri var. Bir başına ülkenin kan damarlarına doğru yürüyen, köklerine doğru yönelen bir adam… Kendisi kışta gelen, ama baharı müjdeleyen bir adam… Kaderin bir cilvesi olarak zindandan hayata, hayattan zindana atılan bir insan… “Ben kimsenin değil, kaderin mahkûmuyum” diyen bir adam… Çilesine rıza gösteren, öz vatanında oradan oraya gezdirilen adam… Ömrünün yarım asra yakın bir kısmını, hayatı ve insanlığı tanımakla geçiren bir adam… Canı pahasına da olsa fedakârlıktan kaçınmayan, her hayırlı faaliyetin yanında yer alan bir adam…

Daha küçük yaşlarda, ilk işaretin tohumları içine düştüğünde, onu arayan ve izleyen adam… Ömrünün ilkbaharında hakâikten olan doksan cilt kitabı ezberine alan, yaşadığı asrın fen ve felsefesinden de haberdar bir adam…

Beslendiği kaynaklara ters düşmemek kaydıyla, fikrini ve merakını müsbet mânâdaki her görüşe açık tutan bir adam… Bir yandan zulüm bütün şiddetiyle sürer, bir yandan da kader yaklaşan aydınlık bir geleceğin haberini verir. Bu böyledir. Her şey bir hikmet tahtında ve yavaş yavaş gelişir.

Bazen bir insanın alnında kâinatın kaderi yazılıdır. Bazen bir kişi binleri, yüz binleri uyandırmak için uyanır. Uyuyanları uyarır. Olgun başaklar gibi boynu büküktür, ama kararlıdır… Omuzlarında taşıdığı mukaddes yükün kıymetinin farkındadır.

Kara toprağın bağrına bir tohum gibi düşen, kaderin sırrını içinde taşıyan bir adam… Baharı bekleyen; sabırla, ümitle bekleyen… Kaderin kendisine çizdiği yolda tereddütsüz yürüyen bir adam… Güneşi kendi içinde taşıyan… Çekirdeğini gömeceği toprakları mütemadiyen arayan ve bulan… Ancak nasıl bir metod, nasıl bir sesleniş olmalıydı bu, onu da arayan ve sonunda biiznillah onu da bulan… Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez bir Nur olduğunu bütün cihana göstermeye azmeden bir adam… Dâvâ büyük olunca, iman da, tahammül de, sabır da büyük olur. İmtihan da çileler de…

Bir ömür imanın potasında demlenen fikirler, sonunda yepyeni bir sunuşla ortaya çıkınca, bunlara ihtiyaç duyanları kendine dost buldu. Arayanlar, aradıklarını buldular. Çiçek, bal, tamamdı. Sıra kovanlardaydı.

Aynaları bulunca, yansıdı tecelliler. Sonunda aksiyona dönüştü düşünceler. Dağlardan dağlara ses geldi. Seslere can geldi. Damarlara kan geldi. Yerin altındaki tohum kımıldamaya başladı, filiz verdi, boy attı. İlelebet sürmezdi ya karanlığın gecesi… Bir güneş doğmak üzereydi. İnsanların yıllardır beklediği bir güneş. O güne eş, bir güneş…

Terk edildi uykular. Hem de seve seve… Karanlıklar aydınlandı, insanlar kuytulardan çıktılar birer birer. Ellerindeki nimetin kıymetini bildiler. Onu ihtiyaç duyanlara ulaştırmak için gayrete geldiler. Evler, köyler, şehirler, ülkeler bile terk edildi bu uğurda. Kim varsa bu nura muhtaç ve ona aç, yakın uzak demeden koştular. Gittikleri ülkelerin üzerine bir güneş gibi doğdular. Sadece bu ülke değil, nice ülkeler o Nura koştular. Dünya bu dâvete ses verdi, o Nurun çağrısına uydular. Nasipsiz kalmadılar. Bu ışık, ebedî Nurun dellâlı, sönmeyen güneş olan Kur’ân’ı gözlere gösteriyordu. O kadar güzel anlatıyordu ki, insanlar yıllardır içlerinde hapsettikleri fikirlerin yansımasını onda buldular. Sağına soluna, önüne ardına bakmadan, her şeyi göze alıp, o Nurun hizmetine koştular. “Madem varım ve hayattayım, öyleyse bunun bir şükür bedeli olmalı. Her şeyin bir adımla başlaması mümkünken, ben niye duruyorum?” diye düşünenler bir araya geldiler. O Nurdan aldıkları ışığı, yaşadıkları topluma tekrar geri vermek için onun yanına koştular, sönmeyen Nurun çağrısını onlara da ulaştırdılar. Duyanlar duydu, uyuyanlar uyandı. Ağlayan milletin bahtı güldü. Gönül tahtı sahibini buldu. Hep beraber o ölümsüz gerçeğin peşine düştüler. Öğrendiler, öğrettiler. Yeniden doğdular, yeniden dirildiler.

Güneş bir parçasını bu insanlar için saklanmıştı sanki. Nereye gitseler, hakikatli bir Nur, bir ışık onlarla beraber yürüdü gitti… Işığa karşı olanlar, yıllarca onlarla uğraştılar. Ama o Nur kaybolmadı, o güneş sönmedi. Onlar uğraştığıyla kaldı.

Sönmedi o ışık. Batmadı o güneş. Tam aksine, söndü onların cılız ışıkları, güneş yine güneş olarak kaldı. Doğru yolu bulmuş olanlar, yanlışların yoluna ihtiyaç duymazlar. Ellerinde ışık, gönüllerinde Nur taşıyanlar, karanlıktan korkmazlar.

Işıkla karanlığın kâinatın yaradılışından beri süren bir mücadelesidir bu. Güneş, görevini yapacak; kokuşanlar kokuşacak, ama tohumlar da boy atacak… Bu mücadelenin iki tane galibi olmayacak. Hak galip gelecek, her daim batıl mağlûp olacak. Oldu da…

Ülkenin baştanbaşa susturulduğu, insanların bir tek kelime bile konuşamadığı bir zaman diliminde, onun sözleri, kırık kalemlere mürekkep oldu. Dillerdeki tutukluk çözüldü.

Kor bir ateş düştü milletin içine. Bin yıllık uykudan uyandılar. Dostu düşmanı tanıdılar ışığın sayesinde… Cehalete karşı bayrak açtılar. Kalemle, sözle, dille… Önce bir küçük odada, Barla’da parladı ilk kıvılcımları bu Nurun. Oradan dalga dalga odalar, evler ve evlerdeki gönüller, bu ışığın çağrısına cevap verdiler. Bir küçük düğmeye dokunur dokunmaz oda dolusu karanlık nasıl yok oluyorsa hemen, bir ülke de baştan aşağıya o Nurla doldu. Söylenen söylendi, Sözler görevini ifa etti.
Maddî olarak ellerinde hiçbir şeyleri yoktu onların. Ancak dayandıkları nuranî bir kaynak vardı. Allah nurunu tamamlayacaktı. Bu İlâhî teminat yetiyordu onlara.

Kendi kör kuyularından çıkamayanların yardımına da koşmaktı bütün emelleri. İdealleri, gayeleri buydu. Kendi ağaçlarının meyvelerini bile yemeden, muhtaç olanlara vermekti. Kendi çeşmelerinden bile içemedikleri sulardan yanan yüreklere serpmekti.

İnsanların ekmekten, sudan, havadan çok daha fazla Nura ihtiyacı vardı. Bunu biliyorlardı.

Herkes susarken o adam konuştu ve Sözlerini bir bayrak gibi ülkenin burcuna dikti. Kelimeler yetmez onu anlatmaya. Şimdi o ülkede yaşayan, iyiliğe ve hayra koşan kim varsa, herkesin üzerinde o adamın hakkı var; o Nurun ve o güneşin de hakkı var.

Işık görevini yaptı, karanlığı yuttu. Şimdi eserleri konuşuyordu, Sözleri konuşuyordu. Kıt’alar dolaşıyordu.

Bir gün cümleler, kelimeler biter, ama susmayan hâller de vardır. Gerçeği arayanlara doğruyu göstermek adına onlar konuşur, onlar hiç susmaz. Diller susar, ama Sözlerin girdiği hayatlar susmaz.

Güneş konuşur, ay konuşur, yıldız konuşur, ağaç konuşur, bulut konuşur, deniz konuşur… Kim demiş harfler konuşmaz diye? Konuşturana bak sen. Harfler de konuşur, hem de mânâ-yı harfî ile. Harfler, cümle olur. Cümleler tamamlanır, sözler olur. Sözler de konuşur işte. Herkesin anlayacağı bir dilde, hem de böyle bir günde. Şimdi bahanesi yok tembelliğin. Şimdi okuyup anladıklarımızı yaşama zamanı, o Nura perde değil, ayna olma zamanı…

Yıllardır beklenen bahar geldi geliyor. Güneş yeniden doğmaya hazırlanıyor. Böyle bir güne daha önce hiç doğmamış gibi.

Dünyamızın bir yerinden seyrediyor belki de o adam olup bitenleri. Bir dağın yamacından, belki de bir yıldızdan… Dünyanın bu baharını ve bu baharın hediyeleri olan çiçekleri görmekti onun bütün emeli… Kendi gitmiş olsa da bize bıraktığı Sözleri yâdigâr kaldı, şimdi onlar konuşuyor. O Sözleri elinde tutanların hâlleri ve gayretleri konuşuyor. Toprak dirilişe hazır. Ağaçlar bahara hazır. Biz de hazır mıyız?

Not: 53. vefat yıldönümünde Üstad Bediüzzaman’ı ve dâvâ arkadaşlarını rahmetle anıyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*