Bana ne?

alt

“Zübeyr’i çizgi” iddiasında ve ısrarında olmak ne güzel, ne güzel ihlâs, uhuvvet, muhabbet üzre olmak.

İllâ da sadakat, illâ da samimiyet…

Üstad’ımın sürekli yaptığı ve dediği gibi “Bil ey nefsim,” “Kusurlu Said,” Duâya muhtaç şu âciz” diyebilecek kadar egodan, enaniyetten, benlikten, bilmişlikten uzak olmak,  kusuru kendinde bilmekten yana olmaya çabalamak, güzelden öte güzel.

Nur’un alâ nur yani…

Başkalarının ne yaptığından, ne yapmadığından, ne giydiği, nasıl yaşadığından bana ne… Bana ne karşımdakinin başının örtüsünün renginden, eteğinin modelinden, evinden, eşyasından, koltuğundan, perdesinden, tatilinden, gezisinden…

Başkalarının ne yapıp yapmadığında boğulup kalmaklığım, dönüp kendimi muhasebeye çekmeme öyle bir perde ki, şeytana ihtiyaç bırakmaz bile.

Önce kendimi hesaba çekebilmeliyim.

Dilimle, mimiklerimle, tavrımla kırıcı mıyım diye düşünmeliyim.

Fetva ve ruhsat makamı rolünden sıyrılıp, nefis ve hevamın derecesine bakabiliyor muyum? İşte zor olan bu muhasebeyi yapabilmek…

Sanki ben her halim ve tavrımla mükemmeli yakalamışım gibi, başkalarını da kendime benzetmeye çabalıyorsam işte o zaman durum vahim. İşte o zaman vah bana…

İmanımla, ihlâsımla, muhabbetimle, sadakatımla, gayretimle, kusurları örtmekliğimle, kardeşimi şerefte-şanda makamda kendimden daha ileride görebilmekliğimle örnek olabiliyor muyum?

Yoksa “yine ne diyecek de beni incitecek” diye bakılan biriyim de bundan haberim mi yok?

Veya İslâmî terbiyeden uzak olan duygu ve hissiyatla kusur arayıp duran biri miyim?

Hani kardeşimin hizmetine kendim yapmış gibi sevinecektim?

Hani iltifatta cömert, tenkitte cimri olacaktım?

Hani hizmette önde, ücrette geride duracaktım?

Hani üslûbumla, nezaketimle, tavrımla incitici olmayacaktım?

Kardeşimin “nefsini terbiye etmek, yüzüne söylenirse gururlanır” vazifesini acaba niçin bu kadar hevesle üstleniyorum?

Ey nefsim…! Dön bir kendine bak…Hizmetin içinde ne kadar varsın? Canın istemese de, hastaysan da, vaktin de yoksa hâlâ koşabiliyor musun?

Temizlik işinin de, okumanın da, anlatmanın da, yorulmanın ve koşturmanın da, çay yapmanın ve kardeşlerine el uzatmanın da hizmet olduğunu ve bunların hepsini benim de yapmam gerektiğini bir kabul edebilsem…

Hizmetin içinde kendi kendimize oluşturduğumuz makamlar, payeler yok ki sen bunlardan birine talip olasın. Kardeş miyiz? Evet. O halde kimse kimseden bir adım önde veya geride değil.

Ha, feraizi eda, kebairi terk olan takva hariç.

O zaman da bunu başkalarına karşı kullanamazsın. Hâl lisanınla örnek ol… Yeter.

Bir öğretmen edasıyla ey nefsim, birilerini hizaya çekme hakkı sana verilmemiş. Haddi bilmek, hakkı çiğnememektir.

Bilesin.

Başkaları değil, kendimle uğraşmalıyım. Kendi kusurlarıma yoğunlaşmalıyım. Başkalarının kusurlarını aramak istediğimde kendi kendime dönüp “bana ne” diyemezsem… Birileri çıkar ve sana şunu diyebilir:

“Sana ne…!”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*