Barla’nın dağları ve dereleri

O gün, güneş bir başka güzellikte aydınlatmıştı Barla’nın bağlarını ve derelerini. Hazret-i Üstad’ın Barla’ya girişiyle bir başka güzellik arz ediyordu, güller ve çiçekler.

Kendi tabiriyle, “elleri bağlı zaif bir ihtiyara orduların hücum ettiği” Hazret’in karakolda devir-teslimi yapılmıştı. Yanındaki jandarmalara şefkatle bakan Üstad, jandarmaların o masum hali karşısında engin şefkatiyle, “Maşallah” diyordu.

Bir bahar mevsiminin tebessümüyle, yürekleri ve kalbleri ısıtan Said Nursî’nin Barla’ya teşrifine sevinenler olmuştu. Bunlar arasında, Muhacir Hafız Ahmet, Sadık Süleyman, Hacı Hafız Teyfik, Şem’i Güneş ve Mübarek Süleyman da vardı. Üstad’ın Barla’ya teşrif etmesiyle, Barla’nın dağları, bağları ve dereleri daha canlanmış ve coşmuştu.

Üstad Hazretleri, Barla’nın çamurlu yollarında tefekkür ederek yürürken, “Üstadım” dedi bir ses. Bu, Muhacir Hafız Ahmed’in sesiydi. O günden itibaren Hafız Ahmed’in malikanesinde misafir olan Üstad, “Yaz kardaşım” demişti. Böylece, Nur’un ilk damlaları beyaz kâğıt üzerine düşmeye başlamıştı. Barla’ya nazır, Eğirdir Gölü sahilleri ve etrafındaki bağlar onun için ilk kütüphane mesabesindeydi.

Aziz Üstad, yıllar sonra bu mekânlarla ilgili olarak şöyle diyordu: “Barla bağ ve bahçelerinde dolaşırken, sesli olarak “Fenzur ila asarirahmetillahi keyfe yuhyil arda bade mevtiha, innezalike le muhyil mevta ve hüve ala külli şey’in Kadir” âyetini kırk defa durmadan okudum. Menzilime geldim, Şamlı Hafız Tevfik’e Haşir Risâlesi’ni yazdırdım.” diyordu.

Yirmi Sekizinci Söz olan Cennet bahsinin yazdırıldığı Sadık bir Nur şakirdi olan Sıddık Süleyman’ın bahçesine doğru giderken, Sıddık Süleyman’ın zahiri Cennet bahçesindeki talebeleri ile birlikte, ahirette hakikî Cennet bahçesinde Üstadımın sohbetinde bulunmayı hayal ve ümit ettim.

Üstad, Barla’daki Cennet bahçesinden, hakikî Cennet hayatını anlatırken, şöyle diyordu: “Bu dere bahçesi gibi, şu Barla bağ ve bahçelerinin herbirinin ayrı ayrı mâliki bulunduğu halde, Barla’da gıdâsı itibâriyle ancak bir avuç yeme mâlik olan herbir kuş, herbir serçe, herbir arı, ‘Bütün Barla’nın bağ ve bostanları benim nüzhetgâhım ve seyrangâhımdır’ diyebilir. Barla’yı zapt edip daire-i mülküne dahil eder. Başkalarının iştirâki onun bu hükmünü bozmaz.” (Mektubat, 815)

Hazret-i Üstad, Barla’nın dağ, bağ ve derelerinden müteşekkil kütüphanesinde, sekiz yılı aşkın bir süre zarfında, Risale-Nur Külliyatı’nın dörtte üçü bu mekânlarda yazılmıştır.

“Evet Bedîüzzaman Said Nursî, Barla’da ikamete memur edilip Risale-i Nur’u telif ettiği seneler, yukarıda bir nebze zikrettiğimiz gibi zerreyi dağ gibi kıymetlendiren ehemmiyetli seneler idi. Nasıl ki kışın dondurucu soğuğunda ve ağır şerait altında bir saatlik nöbet, bir sene ibadetten hayırlıdır; aynen öyle de o zaman-ı müthişede, değil yüz otuz Risaleyi belki iman ve İslâmiyet’e dair hakikî bir tek Risale yazabilmek dahi binler Risale kıymet ve ehemmiyetinde idi.” (Tarihçe-i Hayat, 249)

Barla’da zuhur eden bu Nur sayesinde, İman ve İslâm düşmanlarının kurduğu planlar başlarına geçti. Bediüzzaman çağın bir Mücahid-i Ekberi olarak, Nur’u Kur’ân’dan süzülen hakikatleri te’life muvaffak olmuştu.

Hindistanlı âlim Ebü’l-Hasen Ali, bu hakikati şöyle dile getiriyordu: “Barla’nın bağları ve dereleri Bediüzzaman’ın kütüphaneleri olmuştu.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*