Barla’yı yaşayabilmek

Barla; sen öyle mübarek bir beldesin ki, bir çok insanın taklidi olan imanını, tahkikiye inkilâb ettiren, senin havanı teneffüs eden, senin yollarından geçen, dağ başında, Süleyman’ın bahçesinde bağında, kâh yağmur altında, kâh Üstadımızın “Ben buraları Yıldız Sarayı’na değişmem” dediği Çam Dağı’nın tepesinde telif edildikten sonra birçok dünya diline tercüme edilen Risale-i Nurlar’ın yazdırıldığı mümtaz bir yersin.

Bediüzzaman’ın Van’dan batıya sürgün edildiğini duyan, senin gibi birçok Anadolu şehri veya beldesi (tasavvuren) ellerini Allah’a açarak duâ ederler “Ya Rab! Bu mübarek kulunu bana gönder, gönder ki; ahir zamanın Mehdi-i Azamını ben misafir ve muhafaza edeyim, yazdırılacak olan eserlerini benim üzerimde yazsın” dedi.

Cenâb-ı Allah senin duânı kabul etti, ey Barla. Sen Allah katında da makbul bir yersin, çünkü senin sekenelerin, Risale-i Nurlar’ın ilk cümlelerini yazma şerefine nail olan “sahabe misal” saff-ı evvel mübareklerin iskân ettiği beldesin.

Şu iki vakıa senin ehemmiyetini daha iyi anlatıyor:

Üstad Van Valisi Tahir Paşa’nın konağında kalırken. Tahir Paşa bir gazetede şu müthiş haberi ona göstermişti. Haber şu idi:

“İngiliz meclis-i mebusanında, Müstemlekât nazırı elinde Kur’ân-ı Kerîm’i göstererek söylediği bir nutukta; ‘bu Kur’ân İslâmların elinde bulundukça biz onlara hakikî hakim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’ân’ı onların elinden kaldırmalıyız veya Müslümanları Kur’ân’dan soğutmalıyız” diye hitab etmiş.

İşte bu müthiş haber karşısında, ruhunda uyanan ihlâs, cesaret ve secaat duygularıyla Bediüzzaman şu veciz ifadeleri söyler: “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez bir güneş hükmünde olduğunu ben bütün dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim.” (B. S. Nursî, Tarihçe-i Hayatı)

Ey Barla! Sen bu nebevî yürüyüşü başlatanları üzerinde misafir eden, onları kollarını açıp muhafaza eden emsalsiz bir mahalsin.

“Eski harb-i umumide ve daha evvellerinde bir vakıa-ı sadıkada görüyorum ki: Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı’nın altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti; dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı… birden o halette iken baktım ki, mühim bir zat bana amirane diyor: İ’caz-ı Kur’ân’ı beyan et.

Uyandım, anladım ki; bir büyük infilâk olacak, o infilâk ve inkılâptan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’ân’a hücum edilecek, i’cazı onun çelik bir zırhı olacak…” (B. S. Nursî, Tarihçe-i Hayatı)

İşte Ey Barla sen; Kur’ân’a ve imanın esaslarına münafıkane yapılan hücumlar neticesinde, kırılan surların tamir edildiği, Kur’ân’ın çelik bir zırhı hükmündesin.

Öte yandan, bu hizmette istihdam edileceklerini biliyorlarmış gibi burada toplanan kahramanlar heyetini o karanlık günleri aydınlatmaya çalışan fedaileri seyretmek için hayalen o yıllara gitmek mümkün olsaydı eğer…

İşte bütün ailesi ile birlikte bedenindeki zerrelere kadar sirayet eden hayatının geri kalan kısmını Risale-i Nur hizmetine adayan, ölüm döşeğinde Azrail’i (as), ahireti, eceli, ölümü ve kabri düşünmek varken yazmakta olduğu, ancak tamamlayamayacağını anladığı için Şamlı Hafız Tevfik’i çağırıp onları ikmal etmesini rica edecek kadar hizmeti düşünen Muhacir Hafız Ahmet’i (RH);

Yağmurlu, çamurlu bir havada Üstadı ile tanışmak için Üstadın yırtılan çamurlu ayakkabısını yıkayıp tamir ettiren ve 8 yıl Üstadını gücendirmeden hizmetini gören Sıddık Süleyman’ı (rh);

Süfyanist rejimin ilk icraatı olan “toplumdan haşir inancının kaldırılması”na karşı telif edilen 10. Sözü tab ettirerek bu meş’um planın akim kalmasına sebep olan ve ismi “Kerameti Gavsiye” Risalesi’nde “Bekir Bey” olarak geçen bahtiyarlardan Bekir Dikmen’i (rh);

Güzel hattıyla Risaleleri çoğaltmaya çalışan Şamlı Hafız’ (rh), sırtında Risale-i Nur dolu torbaları köylere dağıtma görevini yapan Santral Sabri’yi (rh) ve daha, Muallim Ahmet’i, (rh) Abdullah Çavuş’u, (rh) Şem’i Güneş’i, (rh) daha birçok Allah dostlarını hizmetlerinin başında görürdük her halde.

Barla, aslında sen bize bunlarla tam bir sadâkat, ihlâs, tesanüd ve samimiyet dersi veriyorsun.

Çünkü: Üstadın ve Risale-i Nurlar’ın mahiyetlerini bilmedikleri halde Nurlar’ın yayılması için her şeylerini feda edenlerin yanında, ey nefsim ve Nurlar’a hizmet etme gayreti içinde bulunan kardeşlerim! Her şeyi hazır bulan ve her imkâna sahip olan bizler, bu uğurda yaptığımız hizmetleri yeterli görüyor muyuz?

Barla sokaklarında gezerken, Çam Dağı’nda temaşa ederken, şekil ve görsellikten ziyade bize anlatılmak istenen manayı okuyalım. Ve bu mübarek saff-ı evveller gibi olamasak da, hizmet anlayışlarından dersler alalım. Ve onlara benzemeye çalışalım.

İşte sen böyle bir mekânsın Barla! Dünyanın her yerinde şubelerin var. Her yerde yapılan Risale-i Nur derslerinde okunuyorsun. Allah toprağını bereketli ve feyizdar yapsın.

Bizleri de istediğin manada seni yaşayabilmeyi nasip etsin. Amin.

Çetin Acar

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*