Başını kaldır, gözünü aç

Image

Âlemi başı boş sanma arkadaş,
Kürreyi, zerreyi yaratan vardır.
Başını kaldır da bak yavaş yavaş,
Göğü yıldızlarla donatan vardır.

Ya Rabbi! İnanıyorum ki, varsın, birsin, mekândan münezzehsin, her zaman her yerde hâzır ve nazırsın. Mevcudiyetin, kudretin ve hâkimiyetin o kadar açık ki, görmeyen göz âma, işitmeyen kulak sağır, inanmayan kalp ölü, idrak etmeyen akıl deli olmalı.

Başımı kaldırıp nereye baksam, Senin bir eserini, rahmetinin bir cilvesini, rububiyetinin bir gölgesini, hâkimiyetinin bir hükmünü görüyorum. Her ışık huzmesi Senin nurunu gözlerime gösteriyor, duyduğum her ses Senin Semi’ ve Basîr olduğunu kulağıma fısıldıyor.

Kalbime huzur, gönlüme sürur, aklıma nur, ruhuma kemâlât veren her çeşit duygunun, Senin rububiyetinden yansıyan bir cilveden ibaret olduğunu anlıyorum. İnsanı “eşref-i mahlûkat” olarak yaratan Sensin. Ancak Senin izzet ve kibriyânı idrak edenler bu şerefe lâyık olabilirler. Seninle olan irtibatını kesenler, Sana müteveccih olmayanlar, Sana bakmayanlar, Seni anmayanlar, mahlûkatın en şereflisi değil, en zelîli durumuna düşerler. Işık görmeyen bir ayna hiçbir şeyi gösteremeyeceği gibi, Rabbine yönelmeyen bir insanın da bütün insanlık sıfatları silinecek, görünmeyecek ve kaybolup gidecektir.
Gecenin karanlığında, uzayın derinliklerinde göz kırpan yıldızlar, ışık parmakları ile Seni gösteriyorlar. Bulutların gözlerinden düşen rahmet damlaları Senin rahman olduğunu, toprağın sinesinden çıkan nimet, Senin kerîm olduğunu, ağaçların, dallarının eliyle insana uzattığı meyveler Senin rezzak olduğunu kör olmayanlara gösteriyorlar.

Dağlar haşmetiyle, denizler hikmetiyle, bulutlar rahmetiyle, toprak nimetiyle, mevsimler lezzetiyle, Senin mevcudiyetini ve kudretini âleme ilân edip duruyorlar. Bu kadar çok şahitlerin şahadetine kulak vermeyen, gösterdiklerini görmeyen, söylediklerini anlamayan bir insanın, acaba akıl ve iz’andan hissesi var mıdır?
Cehaletinin ve gafletinin zilleti altında ezilen, başı eğik, boynu bükük, ruhu sönük, kalbi kırık zavallı insan! Görmüyor musun ki, mahlûkatın başı dik, gözü açık, her şey mânâ-yı harfî ile Sahibini ve Malîkini gösteriyor. Tohumlar ve çekirdekler bile yerden başını kaldırıyor, minicik ellerini uzatıyor, hâl dili ile Rabbini tesbih ediyor.
Ey gafil insan! Sana ne oluyor ki, bu kadar açık delilleri görmüyorsun, bu kadar bariz sesleri işitmiyorsun. Mevcudâtı mânâsız, mahlûkatı sahipsiz, hayatı gayesiz, zannediyorsun. Bu zan sebebi ile bütün bütün aldanıyorsun. Başınla birlikte ruhun da yerlerde sürünüyor. Mahlûkata ruhun gözü ile baksan, mevcudata aklın eli dokunsan, her şeyin üzerindeki vahdet mührünü kalbin dili ile okusan hayatın mânâsını, mahiyetini ve hakikatini anlayacaksın. İşte o zaman âla-yı illîyine çıkacaksın.

Aklını ilimle, kalbini imanla, ruhunu faziletle, doldurmadığın için neler kaybettiğinin farkında mısın? Senin gibi mükemmel bir san’atla yaratılmış, muazzam bir hikmetle donatılmış, en yüksek şereflere lâyık, en güzel sûretlere âşık bir varlık, böyle sefil ve rezil duruma düşer mi? Başın eğik, boynun bükük, ruhun kırık dökük olarak dolaşma. Ebedî bir hayat için sana verilen duygularını ve cihâzâtını fâni şeylere sarf edip hebâ etme. Yani kesrette boğulma.
“Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitâb-ı kebîrine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmûası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuh ile hâtem-i Vahdet okunuyor.” (Sözler, 22. Söz)

 

 

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*