Başoğlu’nun baş dâvâsı…

Merhum Mustafa Başoğlu, Türkiye’de son dönemde dayatılan yasadışı yasağa karşı başörtüsü dâvâsının yılmaz müdafii, haksızlığa karşı haklı mücadelenin bir simge ismiydi.

Milletin dertleriyle dertlenen, diğergâm, inançlı, faal bir dâvâ ve hizmet adamıydı.

Başta başörtüsü olmak üzere, inanç, ibâdet ve ifâde özgürlüğü hakkındaki bütün raporları, araştırmaları tek tek derler, değerlendirirdi. Başörtüsü hakkını ve tesettür hukukunu bir hukukçu gibi savunur, en çok “kanun” yaftasında yasaklanmasına karşı çıkar, mağduriyetlere karşı kamuoyu oluşturmanın önemine inanırdı. Din eğitimi ve öğretiminin milletin mukaddeslerini ve değerlerini edinmesindeki ehemmiyetini vurgular; bu meyanda Kur’ân kursları, imam hatip okulları ve eğitim müesseseriyle yakından ilgilenirdi.

Türkiye’de tartışılan bütün konularda medyayı tâkip eder, basında çıkan haberleri ve yorumları başlıklarına göre tasnif ettirip dosyalatır ve arşivlerdi.

Sendikacılığın dışında da, özellikle başörtüsü ve diğer dinî ve ahlâkî hususlarda, sosyal sahada doğruları söylemekten çekinmez, basın toplantıları düzenler, programlara çıkar, beyânatlar verir, bildiriler, basın bültenleri yayınlardı.

Öncelikle başörtüsü meselesine, gençliğin geleceğine ve ahlâkî mevzulara dair kitaplar, broşürler bastırıp meccanen dağıtır, toplumun hakikî mânâda aydınlatılması için tek başına öncü bir kuvvet gibi ilerlerdi…

BAŞÖRTÜSÜ MÜCÂDELESİNİN SEMBOLÜYDÜ
Başoğlu, demokrat misyondan gelmiş, Adalet Partisi milletvekilliğini yapmıştı. Milletin maddî ve mânevî sıkıntılarına sürekli çâreler arar ve üretirdi.
Demokrat bir insandı. Bu vasfıyla çoğu en hararetli tartışmalarda ve kritik konularda muhatabını dinler, en iddialı olduğu hususlarda bile karşı tesbitleri de tartar, gerektiğinde kanaatlerini tashih eder, etkilenir ve etkilerdi…

Uzun yıllar süren sendika başkanlığı görevinin ötesinde aksiyon sahibiydi. Elindeki imkânları her türlü ilmî, ahlâkî faaliyetlere, yararlı içtimaî aktivitelere açardı.

28 Şubat “postmodern darbe” sürecinin en ağır baskı ve medyatik saptırmalarının dayatıldığı dönemlerinde dahi çekinmeden gerçekleri haykırır; başörtüsüne ve dindarlara yönelik baskılara karşı, inanç ve ibâdet hürriyetine sahip çıkar, temel hakların kökleşmesine ve genişletilmesine, resmî kurumlar nezdinde benimsenmesine çalışır, her vesileyle bu uğurda uğraşırdı. Hep mazlumların yanında olurdu.

Yeni Asya’nın en zor zamanlarda bilhassa başörtüsü yasağı dayatması ve zulmüne karşı insan hakları ve hürriyetleri ekseninde tâvizsizce yaptığı mücâdelenin en baş mücahedesini verenlerdendi. Anadolu’daki toplantılara, panellere konuşmacı ya da aktif bir katılımcı olarak katılırdı. Yeni Asya câmiası onu gazetede çıkan röportajlarıyla da tanırdı.

Demokrasiyi katleden, “irtica ile mücâdele paravanı” altında mânevî değerleri tahrip eden darbelere arka çıkıp şakşakçılık yapanların ortalıkta gezindiği günlerde, ısrarla sürdürdüğü hak ve hukuk mücadelesiyle bilinirdi. Bu hususta mağdurların imdadına koşan bir merci, başörtüsü dâvâsı mücâdelesine bir sembol olmuştu.

Her mülâkatın sohbet bölümünde çalışmaların muhâsebesini yapar, imanı istikametinde vatanı ve vatandaşları için kafa yorardı. Mülâkatları saatlerce süren ve yoğun bir biçimde gündemi yorumlayan bir nevi beyin ve idrâk fırtınasıyla fikrî mubâhese şölenine, fikir meclisine dönüşürdü. Ondandır ki uzun renkli röportajları, günlerce tam sahife yayınlanırdı…

KUR’ÂN’IN “TESETTÜR HÜKMÜ”NÜ SAVUNDU
Yasadışı yasağa hiçbir zaman teslim olmadı. Başörtüsü yasağının meşru zeminlerde çözümü için hep ümitle çalıştı. Hassas mahfilleri memnun etmek hesabına “Öğrenciler başlarını açmalı” türü “yasağa teslimiyet” kırılmalarını, “başörtüsünü çözmek”le çözme(!) sapmalarını, inanç hakkının eğitim hakkıyla takas edilmesini şiddetle reddederdi.

Bediüzzaman’ın tefsir ve beyânlarını dikkatle dinler; görüşlerini o istikamette geliştirmeye gayret ederdi. Nur Risalelerini edinir, okur; Nur talebelerini fevkalâde sever ve hizmetlerini takdir ederdi.

Kendisinin bildiği düzenli bir yardım listesi, özel tesbit ettiği “gizli fakir âileler”i vardı. İşinden aldığıyla yetinir, milletvekili emekliliği maaşını öğrencilere burs olarak dağıtırdı.

Epey zamandır ızdırabını çektiği hastalığının son haftalarda ağırlaşmasıyla yoğun bakıma kaldırılan Başoğlu’nun baş dâvâsı başörtüsü dâvâsıydı.
Hayatının en hareketli devrinden ömrünün âhirine kadar, Bediüzzaman’ın tefsiriyle, “Kur’ân-ı Hakîmin tesettür hükmünün fıtriliği ve hikmeti”ni, hukukunu, izzetini, haysiyetini ve şerefini savunmasıydı. En çok bunun için çabaladı.

Tesettürün bir parçası olan başörtüsünü Kur’ân’ın âçık âyetleriyle, Peygamberimizin hadisleri, tatbikatı ve sahâbelerin yaşayışıyla Allah’ın emri bir fâriza ve vecîbe olduğunun kabulüne hizmet etti.

Hakkın rahmetine kavuşan Başoğlu’nun ruhuna, göçtüğü ebedî âhiret âleminde, baş koyduğu baş dâvâsı tesettür hükmü başörtüsü hakikatine hizmeti hürmetine, Kur’ân-ı Azîmüşşânın şefaatçi olması ve Erhamürrahimin’in rahmetine nâil olması dileğiyle, rahmet ve mağfiret niyâzıyla, binler Fâtihalar…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*