Başörtüsü yasağını sona erdirmek için

Beşinci Şua’da, ahirzamanda gelecekleri hadislerle haber verilen dehşetli şahısların âzamî zulüm, şiddet ve dehşet yüklü icraatlarından söz edilirken şöyle deniliyor:

“Evet, öyle acip bir istibdat ki, kanunlar perdesinde herkesin vicdanına ve mukaddesatına, hattâ elbisesine müdahale ederler.” (Şuâlar, s. 928)

Bunun en tipik ve çarpıcı örneklerinden biri, 12 Eylül’ün gündeme getirdiği ve 28 Şubat’ın şiddetlendirerek devam ettirdiği başörtüsü yasağı.
Bu yasağın bir kısım üniversitelerde kaldırılabilmesi, AKP iktidarının ancak dokuzuncu yılında bir ölçüde başarılabildi. Ne var ki, bazılarındaki yasakçı ve keyfî direniş hâlâ devam ediyor.
Onun dışında, öğretim üyeleri ile liseler ve kamu kurumlarına yönelik yasak da kalkmış değil.
Başörtüsünün “fiilî durum” oluşturularak özgür kılındığı kimi yerlerde ise, her an bir ihbarla hedef haline getirilme ihtimalinin tedirginliği var.
Ve yasağın geniş bir alanda büyük ölçüde devam ediyor olması ABD Dışişlerinin her yıl hazırladığı insan hakları raporları ile, yakın zamana kadar bu konuya girmemeye özen gösteren AB’nin ilerleme raporlarında da kayda geçirilerek yüzümüze vuruluyor.
Keza aynı durum, Türkiye’nin Arap ülkelerine örnek ve model gösterilmesi gayretlerine de en önemli ve ciddî engellerden birini teşkil ediyor.
Öte yandan kılık kıyafeti kanun, tüzük ve yönetmelikle düzenleme garabetinin yol açtığı tuhaflıklara her geçen gün yeni örnekler ekleniyor.
Mecliste Şafak Pavey’in özel durumuyla gündeme gelen “pantolon serbestisi”ne yönelik içtüzük değişikliği görüşülürken, BDP’lilerin verdiği “Türban da serbest olsun” önergesi üzerine pantolon teklifinin geri çekilip askıya alınması gibi.
Bu olayda BDP’lilerin teklifini “provokasyon” olarak niteleyen ve “Başörtüsü için yasaklayıcı bir kanun yok, ama Anayasa Mahkemesinin bağlayıcı kararları var” diyen AKP Genel Başkan Yardımcısı Elitaş’ın beyanları tam bir fecaat.
İktidar partisi bu hallere de mi düşecekti?!
İçtüzüğün yürürlükteki ilgili maddesinde milletvekili, bakan ve Meclis çalışanlarının nasıl giyinecekleri, erkek ve kadınlara göre ayrı ayrı tanzim edilmiş. Kadınlara tayyör şartı getirilmiş, ama başlarının açık olacağına dair bir kural yok.
Buradan yorumla, “Tayyörün üzerine başörtüsü takılamaz” gibi bir “içtihat” üretilerek, “Başörtülü milletvekili olamaz” neticesine ulaşılıyor.
18 Nisan 1999 seçiminden sonraki Meclis açılışında yaşanan ve bir utanç sayfası olarak tarihe  geçen Merve Kavakçı olayı, bu yorumu üreten ilkel ve çağdışı zihniyetin eseri olarak cereyan etti.
Üniforma ile icra edilen meslekler için bir kıyafet düzenlemesi yapılabilir. Ama milletvekilleri ile bakanlara da kıyafet dikte edilmesinin akılla ve mantıkla izah edilebilecek bir tarafı var mı?
Başörtüsü yasağından bağımsız olarak düşündüğümüzde bile bu son derece garip bir durum.
Ve o yasak, bu tuhaflığı iyice perçinliyor.
Türkiye artık bu utanç verici garabete bir son vermeli ve yasak yükünü taşımaktan kurtulmalı.
Bunun için anayasada özel maddeler koymaya veya kanun çıkarmaya ihtiyaç da, gerek de yok.
Meclis İçtüzüğüne özel madde koymaya da.
“Baş açık olacak” gibi bir düzenleme ne kadar anlamsız ve saçma ise, buna son verme gerekçesiyle “Başörtüsüyle girilebilir” gibi maddeyi çare olarak gündeme getirmek de o kadar mantıksız.
Yapılacak şey, 12 Eylül sonrası okullarla kamu kurumlarındaki kılık kıyafet yönetmeliklerine konulan “Baş açık olacak” maddelerinin iptali.
Böyle birşey yapıldığı takdirde, iş yine Danıştay’a gider ve oradan çıkacak kararla bozulur mu?
Mâlûm, Danıştay’ın yeni Başkanı göreve gelir gelmez yaptığı açıklamada, yüksek mahkemenin artık yasakla anılmayacağını söyledi. Ve bu noktadaki ilk eşik, ALES sınavına başörtüsüyle girilebilmesine imkân veren yönetmelik değişikliğine Danıştay’ın yeşil ışık yakan kararı ile geçildi.
Bu durumda, aynı yolda yürümeye devam edilerek, bahsettiğimiz 12 Eylül yönetmeliklerindeki ilgili maddelerin de iptali için ne bekleniyor?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*