Batı medeniyeti kadına ne verdi?

alt

Batı medeniyetinin yaptığı en iyi şey nedir?” diye bir soru sorulsa, her halde bunun cevabı “yapmayacağı şeyleri çok güzel söylemesidir” olacaktır.

Nitekim kadın ve çocuk istismarının önlenmesi, uyuşturucu madde bağımlılığının engellenmesi, çevre kirliliğinin önüne geçilmesi, nükleer silâhların sınırlandırılması, küresel ısınmanın önlenmesi gibi bütün dünyada genel kabul gören insanî meselelerin Batılı ülkelerce çokça dillendirilmesine ve bu konularda kamuoyu oluşturmak için bol bol organizasyonlar tertip edilmesine rağmen, söylenen onca söze nispetle ancak devede kulak kadar kalan azıcık icraatlarıyla bu söylemlerinde samimî olmadıklarını faş ediyorlar. Zira “Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz” prensibiyle bütün bu niyetlerde kuvveden fiile geçilemez ise ütopik bir cerbezeden öteye gidilmemiş olur ki mezkûr konularda ne kadar mesafe kat edildiği zaten ortadadır. Hatta söylediklerinin bütün bütün aksine olarak bir cihette kadın ve çocukların en fazla istismar edildiği, uyuşturucu maddelerin en fazla kullanıldığı, sanayi atıklarıyla en fazla çevrenin kirletildiği, en fazla nükleer başlığın bulunduğu, havaya en çok sera gazı salınımının yapıldığı yerler yine Batılı ülkeler değil mi? Demek söyledikleriyle yaptıkları arasındaki tezat kendilerini tekzip ediyor.

Peki, Batılılar bunu neden yapıyor? Öyle zannediyorum ki; şu anki beynelmilel siyasî konjonktürün de işaret ettiği gibi Batı medeniyeti diğer medeniyet ve kültürlere galebe etmek, yani onlar karşısında üstünlüğünü ispatlamak, kendi medeniyetini tenkit edilemez bir medine-i fazıla gibi göstermek, kendisinden gayrısının nimmedenî veya barbar olduğunu kabul ettirmek maksadıyla bir nevî propaganda yapıyor. Farz-ı muhal Batılılar küresel sorunlarla ilgili niyetlerinde samimî dahi olsalar, kanaatimce yine söylediklerini gerçekleştiremezler. Çünkü Batı düşüncesi Alp Dağlarını aşamadığı ve günümüz dünyasında artık iç içe girdiği İslâm medeniyetinin hikmet ve irfan hakikatlerini fehmedemediği için bütün bu sorunların psikolojik, manevî arka planını dolduramamıştır. Kendilerini metazorik olarak yapmak zorunda hissettikleri iyilikler, siyasî ve teknolojik rekabet sonucu zamanla ayaklarına dolanmıştır. Oysa bu tür sorunlar ve çözüm yolları İslâm Dininin özünde bulunan saikler mucibince, hikmet ve maslahata uygun olarak Müslümanlar tarafından neredeyse ibadet derecesinde uyulması iktiza eden mükellefiyetlerdendir. Yani biz bunları zoraki değil, dinimizin bir gereği olarak yapmalıyız.

Buraya nereden geldim? Malûmunuz takvimlerin 8 Mart günü Dünya Kadınlar Günü olarak belirlenmiş. Yazımın başında da arz ettiğim gibi Batının en iyi yaptığı şey, yapmayacağı şeyleri çok güzel söylemesidir. Kadınların hakları, toplumsal statüleri, maruz kaldıkları aile içi şiddet konularında gözle görülür bir güvence sağlayamadıktan sonra alelâde bir günü “Kadınlar Günü” olarak tahsis etmenin ne anlamı var? “Tebeddül-ü esmâ ile hakaik tebeddül etmez.” sırrınca önemli olan isim değil, cisimdir. Yani konunun yasal çerçevesinin tesbit edilmesini müteakip kadın haklarını sağlayıcı, onların toplum içindeki mevkilerini pekiştirici, uğradıkları şiddeti önleyici pragmatik girişimlerde bulunulmasıdır. Lâkin görünen durum hiç de öyle değil ne yazık ki. Batılı ülkelerin yozlaşan ahlâkî yapısının kadın figürünü epey yıprattığı ve onları hak ettikleri âlî makamdan tenzil ederek bayağılaştırdığı çok rahat müşahede edilebiliyor. Üstelik bu durum modernitenin doğurduğu bir handikap da değil. Zira Selçuklular devrinde, aynı zamanda kadılık vazifesini de ifa eden hükümdarın bir idam cezasını infaz edebilmesi Hatun Sultanın onayına tabi iken, aynı dönemde bilâd-ı İslâm’ı yağmalamaya çıkan Haçlı ordusunun neferleri geride bıraktıkları eşlerinin sadakatini temin etmeyi bir Bekâret Kemerinin hicabına bırakmışlar.

Batı medeniyetini temsilen bir şahıs benim bu sözlerime itiraz sadedinde; “Madem böyle söylüyorsun, peki İslâm medeniyeti kadına ne vermiştir, hâli hazırdaki kadınların sosyal durumları nasıldır?” gibi bir soru yöneltebilir. O suâl etmeden ben söyleyeyim; İslâm dininin gerek Kur’ân-ı Kerim’de ve gerekse hadis-i şeriflerde kadınlara yönelik vazettiği hakları ve İslâm medeniyetinin kadınlara verdiği önemi gösteren müşahhas örnekleri anlatmaya ciltlerle kitap olsa yine kifayet etmez. Yani tanımlanan bu sorunların arka planı bizim medeniyetimizde fazlasıyla doldurulmuştur. Uygulamalarda yaşanan sıkıntılar ise esasa ve prensiplere müteallik değildir ki zarar versin. Belki bizlerin suiistimallerinden tevellüd eden aksaklıklardır. Onun için yukarıda bahsedilen küresel problemlerin cevap anahtarı ve hastalıkların reçeteleri İslâm medeniyetinin hazinelerinde saklıdır. Onları tatbik etmek ise bizlere düşmektedir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*