Batı Trakya Türkleri

Batı Trakya hikâyesini kitaplardan okuyanlara buradaki mazlûm halkın yakın geçmiş tarihini ikinci ve üçüncü ağızlardan dinleyenlere önemli bir tavsiyemiz olacak.

Gümülcüne ve İskeçe’yi köyleriyle birlikte ziyaret etmeden, dünyanıza cümlelerin girişine müsaade etmeyiniz.

Türkoloji ile mesleği gereği yakın alâkası olan biri olarak Batı Trakya’yı ziyaret imkânı buldum. Gezdik, dolaştık ve dinledik. Susup konuşmayanların bakışlarını, anlatanların hikâyelerini dinledik. Türkiye’nin çok partili döneme geçişiyle birlikte karşımıza düşman olarak konulan Yunanistan’ın Avrupa Birliği’ne girişinden sonraki icraatlarını cunta dönemi ve daha önceki zamanlarıyla karşılaştırdık. İngilizlerin marifetiyle bize düşmanlığı zamanımıza kadar gelen Yunanistan’a Kemalistlerin bakışlarını âlemimizde tahlile çalıştık. Yunanlılara mütemadiyen Lozan şartlarını hatırlatanların; Heybeliada Ruhban Okulu’nun niçin kapatıldığını, Selanikli Hanedan’ın tezgâhına gelen İstanbulluların, İstanbul Rumlarını hangi anlaşmaya göre kovduklarını boşu boşuna sorduk. Bediüzzaman’ı dikkatlice okuyanlar, Hanedan’ın Rum ve Ermenilere adavetini az çok hissediyorlardı. Fakat meselenin istikbali ahir zamana ve küresel fitnelere bakan girift çehresi birçok doğrunun şimdilik anlaşılmasını perdeliyordu.

AB’ye girmiş, ülkesindeki bütün halkların temel hak ve özgürlüklerini koruma mükellefiyetini üstlenmiş Yunanistan’ı gördüğümde, Yunan mübadelesinde Müslüman Trakya ve Makedonya halklarıyla Türkiye’deki Rumların büyük bir haksızlığa ve zulme maruz kaldıklarına bir kez daha şahit oldum. Batı Trakya’daki Türkleri anlaşma ile yerlerinde bırakan Yunanlılar Kavala, Selanik ve bölgenin diğer şehirlerindeki Müslümanlara da müsamaha gösterebilirlerdi. Rumlar Anadolu’da yaşasaydılar, Avrupa ve Balkanlardaki Müslümanlar daha az baskıya maruz kalırlardı diye düşünüyorum. Hem İslâmiyet’e ve hem de Hıristiyanlığa karşı olan Kemalistlerin marifetiyle bu halkların maruz kaldıkları hicran her iki tarafta hâlâ devam ediyor. Günümüzdeki AB sürecine kuvvet verecek, global dinsizliğe karşı Müslüman-Hıristiyan ittifakını gerçekleştirecek altyapıları Kemalistler ta o zaman imha etmişler, kanaatindeyiz.

Eyüp Sultan Hazretlerinin dergâhından otobüs gece boyu mesafeyi kat ederek sabah namazında İskeçe’nin Aşağı Camii civarında durduğunda, minareden okunan ezanı dinledik. Osmanlı’dan devam eden tarihî yapısı ve geleneğiyle karşılaştığımız bu köşe bize vatanımız gibi gelmişti. Tanımadıkları insanlarla kucaklaşan İskeçelilerin bakışlarına az da olsa rahatlık gelmiş, uzaktaki manevî kuvvetleri yanı başlarında hissetmişlerdi.

Gerek İskeçe’deki ve gerekse Gümülcine’deki camiler, servili bahçeleriyle daha çok Bursa ve Manisa camilerini tedai ettiriyorlar. Yunan hükümetinin bağnazlığından, Kemalistlerin onları tahrikinden ve maalesef Müslümanların bazı yanlış üslûplarından en çok camiler nasiplerini almışlar. Bütün politik baskı ve polisiye tedbirlere rağmen cami, cemiyetin merkezî misyonunu üstlenerek, buradaki Türk toplumunu bir arada tutabilmiş. Avrupa Birliğine girmesiyle birlikte, Avrupa’daki Batı Trakyalılar, kaybedilmiş hakların ve gasp edilen hürriyetlerin birçoğunu tekrar elde etmeyi başarmışlar. Bir taraftan Lozan’dan doğan, diğer taraftan AB müktesebatıyla ortaya çıkan hukukun telifinde yapılacak çalışmalar, Yunanistan’daki Müslümanlara belki de Almanya ve Avusturya’dakiler kadar rahat nefes aldıracaktır, düşüncesindeyiz.

Şehirdeki menfî değişim ve bozulmadan İskeçe ve Gümülcüne de nasiplerini almışlar. Köylerdeki İslâm kokusu, Türk zevki dokusu ve Osmanlı’nın yaşayan gelenek ve estetiği şehirden çok farklı. Rodop Dağlarına tırmanırken içlerinden geçtiğimiz her yerleşim beldesi, çevre ve mimarisiyle adeta “ben Osmanlı’yım” diyordu. Minareler, feraceli kadınlar, bereli amcalar ve sakallı dedeler… Ve köylerin ortasında asırlara meydan okuyan çınarlar.

Batı Trakyalılar Yunan zulmünden şikâyet ediyorlardı. Savaşta Yunanistan’a galebe eden ve Türkiye’deki Kemalistlerin Anadolu Müslümanlarına çektirdiklerini yaşasaydılar, AB kazanımlarına dayanarak daha akılcı ve mutedil bir üslûpla haklarını aramaya devam ederlerdi: Kur’ân’ın, tesettürün, ezanın, caminin, dinî sembollerin ve berenin Kemalistlerce nasıl yasaklattırıldığını, Türkiye’den giden misyonlarımız, öğretmenlerimiz ve hatta hocalarımız bile anlatmamışlar. İskeçe’den Keşan’ı ziyarete gelen bir Müslüman, günümüzde gördüklerine nisbeten zihinlerin üzerine atılan siyah örtüyü kaldırıyor, maalesef bazen anavatandaki yanlışlar ve sefaheti taklide yönelebiliyorlardı.

Batı Trakya politikasını hâlâ değiştirememiş Türkiye, yüzde yüz haklı olduğu meselelerde üslûp yanlışıyla haksız konuma düşmüş burada… Türklük vurgusu yerine İslâm tercih edildiği taktirde, Yunan hükümetinin itirazları iyice azalacaktır. İslâmiyeti seçen binlerce Yunanlıyı Türk yapacak imkânımız olmadığına göre… Batı Trakya toplumu kabuğunu parçalayarak Yunanistan’ın diğer bölgelerdeki Müslümanlarıyla da irtibat içinde olursa, bütün İslâm dünyasını arkasına almış olacaktır. Hatta sefahat, dinsizlik ve uyuşturucunun pençesine düşmüş Hıristiyan Yunanlılarla yapılacak ortak çalışmalar Müslüman Türkleri öne çıkaracak ve bu toprakların hakikî sahipleri olduklarını tekrar herkese kabul ettirmiş olacaklardır…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*