Bayezid-i Bistami (777-848)

Ebu Yezid Tayfur bin İsa Süruşan künyesiyle tanınan Bayezid’in, hayatıyla ilgili yeterli bilgi bulunmadığı gibi doğum ve ölüm tarihleri hakkında da kesin bilgiler mevcut değildir. 777 yılında İran’ın Horasan eyaletine bağlı Bistam kasabasında doğduğu tahmin edilmektedir.

Tasavvuf ehlinin ileri gelenlerinden ve ilklerinden olan Bayezid’in ve diğer tarikat erbabının vecd halinde sarfettikleri sözler tartışma konusu olmuştur.

Şatahat olarak isimlendirilen bu sözler özellikle ilim erbabının eleştirisine hedef olmuştur. Vecd halinde iken sarfedilen sözlerin mesuliyeti ve bu durumda nasıl bir hükme varılacağı uzun süre tartışılmıştır. Bayezid’e ait olduğu söylenen şatahatlar da tartışma konusu olmuştur.

Beyazid-i Bistami’nin tartışılan bu şatahatlarıyla ilgili olarak Bediüzzaman Hazretlerinin, insanları ihtiyata sevk eden ikazları vardır: “… nefs-i emmâreyi öldürmeye muvaffak olamazsa, hevâyı terk edip enâniyeti kırmazsa, şükür makamından fahir makamına düşer, fahirden gurura sukut eder. Eğer muhabbetten gelen bir incizap ve incizaptan gelen bir nevi sekir beraber bulunsa, “şatahat” namıyla haddinden çok fazla dâvâlar ondan sudur eder. Hem kendi zarar eder, hem başkasının zararına sebep olur”. Velayet mesleği için; “… çok kolay olmakla beraber çok müşkülâtlıdır; çok kısa olmakla beraber çok uzundur; çok kıymettar olmakla beraber çok hatarlıdır; çok geniş olmakla beraber çok dardır. İşte bu sırlar içindir ki, o yolda sülûk edenler bazen boğulur, bazen zararlı düşer, bazen döner, başkalarını yoldan çıkarır” ifadelerine yer verir (Mektubat s. 431)

Tarikat ehlinin takip ettiği yollar şu şekilde tarif edilir: Seyr-i enfüsi meşrebinden olanlar ve seyr-i afaki meşrebinden olanlar. “Enfüsî meşrebi, nefisten başlar, hariçten gözünü çeker, kalbe bakar, enâniyeti deler geçer, kalbinden yol açar, hakikati bulur. Sonra âfâka girer. O vakit âfâkı nuranî görür. Çabuk o seyri bitirir. Enfüsî dairesinde gördüğü hakikati, büyük bir mikyasta onda da görür”. Gizli ibadeti tercih eden tarikatlar tarafından gidilen bu yolu en önemli şartı, “enâniyeti kırmak, hevâyı terk etmek, nefsi öldürmektir”. Afaki meşrebi, “âfâktan başlar, o daire-i kübrânın mezâhirinde cilve-i esmâ ve sıfâtı seyredip sonra daire-i enfüsiyeye girer. Küçük bir mikyasta, daire-i kalbinde o envârı müşahede edip, onda en yakın yolu açar. Kalp âyine-i Samed olduğunu görür, aradığı maksada vâsıl olur”.

İlk büyük mutasavvuflardan olan, izah edilen yollardan nefsini ıslah etmekle başlayan Bayezid’e, kendi akrabası ve ailesinden olanların yanısıra çok sayıda kişi bağlanarak ilminden istifade etmeye çalıştılar. Bayezid, Cenabı Hakka, tüm benliğimizle bağlanılması gereği üzerinde durdu. Kendi nefsiyle yıllar boyunca çetin bir mücadeleye girişip, çoğu zaman aç kalarak nefsinin ıslahına çalıştı. Hakka ulaşmanın kolay olmadığını ve bu yolun çok uzun olduğunun üzerinde ısrarla durur. Kusurlarını görüp manen izalesine çalıştı. Fani kimliğinden sıyrılarak, İlahi sıfatları anlamaya çalıştı. Cenab-ı Hakkın kudreti karşısında acziyetini görerek kamil iman sahibi olmaya, kulluğun asli vazifesini anlamaya çalıştı.

Cenabı Hakkın isim ve sıfatlarının mahiyetlerini anlamaya çalıştı. “Eğer, bir kere samimi olarak ve kalp safiyeti ile kelime-i tevhidi söylemeye muvaffak olsa idim, bundan sonra başka hiçbir şeye ehemmiyet vermezdim” sözleri kendisine aittir. Mütevazi bir kişiliğe sahip idi. Diğer yandan, kendinde olmayan meziyetlere, sahiplenenler de çıkmıştır. Bediüzzaman; “… müteaddit insanları gördüm ki, bir nevi mehdî kendilerini biliyorlardı ve “Mehdî olacağım” diyorlardı. Bu zatlar yalancı ve aldatıcı değiller; belki aldanıyorlar” ifadelerine yer verir (Mektubat s. 432).

İlahi isimlerin tecellisinin, Arş-ı Azam dairesinden zerrelere varıncaya kadar mertebeleri vardır. Bunlara mazhar olmak da o derece farklıdır. “Makamât-ı evliyadan bazı makamlarda Mehdî vazifesinin hususiyeti bulunduğu ve Kutb-u Âzama has bir nispeti göründüğü ve Hazret-i Hızır’ın bir münasebet-i hassası olduğu gibi, bazı meşâhirle münasebettar bazı makamat var. Hattâ o makamlara Makam-ı Hızır, Makam-ı Üveys, Makam-ı Mehdiyet tabir edilir.

İşte bu sırra binaen, o makama ve o makamın cüz’î bir numunesine veya bir gölgesine girenler, kendilerini o makamla has münasebettar meşhur zatlar zannediyorlar. Kendini Hızır telâkki eder veya Mehdî itikad eder veya Kutb-u Âzam tahayyül eder. Eğer hubb-u caha talip enâniyeti yoksa, o hâlde mahkûm olmaz. Onun haddinden fazla dâvâları şatahat sayılır; onunla belki mesul olmaz. Eğer enâniyeti perde ardında hubb-u caha müteveccih ise, o zat enâniyete mağlûp olup, şükrü bırakıp fahre girse, fahirden git gide gurura sukut eder. Ya divanelik derecesine sukut eder veyahut tarik-i haktan sapar. Çünkü, büyük evliyayı kendi gibi telâkki eder, haklarındaki hüsn-ü zannı kırılır. Zira, nefis ne kadar mağrur da olsa, kendisi, kendi kusurunu derk eder. O büyükleri de kendine kıyas edip kusurlu tevehhüm eder. Hattâ, enbiyalar hakkında da hürmeti noksanlaşır”.

Bayezid- i Bistami, şeriat mizanını elinde tutup, din ulemasının düsturlarını kendine ölçü olarak ittihaz edenlerdendir. Daima nefsini itham edip kusurundan, acz ve fakrdan başka ona bir şey vermedi. Ondan aktarılan şatahatları irdelerken bu özelliğini gözden uzak tutmamak gerekir.

Asırlardan beri devam ede gelen münevverler silsilesi, hidayet güneşi Peygamber Efendimizden (asm) aldıkları feyizle çiçek açıp meyve verdiler. Risale-i Nurda bu nurani silsilenin tanınmışlarından Ebu Hanife, Şafii, Şah-ı Geylani, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Gazali ve İmam-ı Rabbani gibi zatlar sıralanırken Bayezid-i Bistami’nin de adı zikredilmiştir (Sözler s.220- Mektubat s. 199). Bayezid, bu mübarek silsilenin fertlerinden biridir.

Bayezid’in Allah sevgisi, cehennem korkusu ve cennet sevgisinin çok ötesindedir. O Cemalullah’ı görmek için yanmaktaydı. Sahip olunan her şeye ancak, Allahın lütfuyla kavuşulmaktadır. Hakk aşığı olup kendisinden birçok keşf ve keramet nakledildiği halde, bu tür olağan üstü hallerin üzerinde fazla durulmaması ve gereğinden fazla ehemmiyet verilmemesini tavsiye ederdi. Bunlardan çok daha önemlisinin, İslamın ve şeriatın edebine uygun hareket etmek olduğu ikazında bulunur.

Ona göre, Cenab-ı Hak şer’i edebe aykırı hareket edene veliliğin sırrını emanet etmez. Edebe büyük önem veren Bayezid, büyüklüğüne inanılan bir zatı, kıbleye doğru tükürdüğünü görünce son anda ziyaret etmekten vazgeçti. Evinden mescide giderken hiçbir zaman yola tükürmezdi. Her zaman Allah’ın huzurunda bulunduğu düşüncesiyle ayaklarını uzatmaz diz üstü dururdu.

İnsan sevgisinin yanında hayvanları da çok severdi. Bir rivayete göre, Hemedan’da aldığı hardal tohumlarının içinde birkaç karıncanın da karıştığı görünce, geri dönüp karıncaları eski yerlerine bırakmıştır. Sonraki zamanlarda halk arasında herhangi bir veliyi övmek maksadıyla “asrın Bayezid’i” tabirinin kullanılmış olması dikkate değerdir.

Bayezid 848 yılında vefat edince Bistam’da defnedildi. Türbesi tarihi binalarla çevrili olup süs ve ihtişamdan uzak bir durumdadır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*