Bedel ödemek her zaman ihtiyârî değildir

Genç, cevval ve sporcu başbakanımızın beğendiğimiz bir yönü de “yakın markajı” benimsemesidir. Netice almak ve başarmaktan bahsetmiyoruz. “Sıcak çatışma” mesafesinde siper alması veya olaylara taarruza kalkışması… Eğmeden bükmeden itiraf ettiği son hakîkati bazı çevreler yadırgadı. İktidarın kapasitesizliğini, korkaklığını ve hali muhafaza arzusunu net bir şekilde beyan eden başbakana yalnızca teşekkür ederiz. Zira millete; dinî değerleri, muhafazakârlığı ve demokratlığı istismar ederek “ümit dağıtma sürecini” bitirmesi ve beklenilen manzarayı son güne bırakmaması güzel oldu.

Devlet mesuliyeti yüklenmiş kişi veya heyetler “bedel ödemek” üzere yola girmişlerdir. Başarmak niyetiyle vazifeyi kabul ederler. Bedel, bu kabûlün içindedir. Hz. Osman (r.a.) hilâfet seçiminin neticesini kabullendiğinde, şehadet pahasına isyancılara teslim olmayacağını da kabul etmişti. Osmanlı padişahlarının cülûsunda hem fetih, hem de yağlı ilmik vardı. Veya Devlet-i Âliye yükünün altına giren hangi sadrazam “boğazına geçecek kementi” esas almıştı ki… Halbuki “kement” sadrazamlık vazifesi içinde daima mevcuttu… Devlet gemisinin kaptan köşküne çıkanlarının bedelden kurtulmaları tarihte pek mümkün olmamış. Yalnızca bedel her zaman menfî anlaşılmamalı. Sultanlığı elinin tersiyle itenlerin nazarında hoş olmayan bedel belki de padişahlıktı.

Sayın başbakanımız halkın istekleriyle devlet gerçeği arasında sıkışırken bedelden bahsediyor. Halbuki Türkiye’nin şartları 3 Kasım’dan önce de belliydi. Ekibinin aleyhte konuşmayı sevap saydığı Demirel’in altı kez gidip yedi kez gelişine de şahitti. Demokrasi geleneğimizin “Yassıada matemini” bilmemesi mümkün değildi. Doğrusu zahirî şartlara göre AKP’nin geçmişe nazaran pek çok avantajları var. Meclisteki çoğunluğu yeni anayasayı düzenleyecek düzeyde. Halk desteği hâlâ yüzde elliler civarında. Arkasında mutabakat içinde görünen bir Amerika faktörü var. AB canibinden hiçbir siyasî iktidarımıza gösterilmemiş bir teveccüh görülüyor. Bütün bu avantajlara rağmen başbakanımızın, isteklerinden dolayı millete yüklenmesini pek çok kişi halâ anlayamamıştır.

Allah’a şükür milletimiz meselelerin sokakta halledilemeyeceğini biliyor. Yani sayın başbakanımızdan tankların üzerine çıkmasını beklemiyor. Yakın tarihinde hiç yaşayamadığı yeni haklar da istemiyor. Yalnızca 28 Şubat kalkışması öncesindeki haklarını ve en azından 12 Eylül öncesindeki hürriyetlerini istiyor. Millete bu mütevazi ve masum isteklerinden dolayı kükreyen Başbakan, belki de statükoyu muhafaza ile vazifeli olduğunu ihsas ettirmek istedi. Bazı AKP’lilerin “Bize yaptırmıyorlar” türü sızlanmaları ne kadar doğru… Yassıada âkibetinden korkanlara fitne ateşinin İslâm devletini ve Müslümanları bitirmemesi için hilafetten ferâgat eden beşinci halifenin büyük fazileti gösterilebilinir. Demokrasilerde en büyük güç “millet iradesidir”. Bu iradeye vekâlet edenleri büyük vebal ve fitneden muhafaza edecek bir çare de sine-i millettir. Milleti demokrasinin aydınlığına doğru sürükleyen merhum Menderes’in yirmi kez istifa dilekçesi verdiğini siyasetçilerimiz mutlaka öğrenmelidirler. Sayın Başbakanımız direnen “derin devlete” karşı sine-i millet yolunda yalnız da değildir. Vekillerin ekseriyetinin kendisini takip edeceğine inanıyoruz. “Biz dindarız ve muhafazakârız, bize iş yaptırmıyorlar…” bahanesi iktidarlar için geçerli değildir. Bediüzzaman Hazretlerinin tavsiyelerini ezberledikleri halde, şu zeminde vekilliğe soyunanlar da bu pratikten inşaallah bazı dersler çıkarmışlardır. Demokrat olunup olunamayacağımıza, dışımızdakiler karar verecekler. Kendimizi demokrat bilsek bile, şu imtihanların neticesindeki milletin kanaati esastır.

Türkiye demokratlarının muhalifi, devamlı olarak Kemalistler olmuştur. Serbest Fırka denemesinden 1946’lara kadar… Ve demokrasimizi haince arkadan hançerleyen tüm ihtilâl ve kalkışmalar kemalistlerle demokratların birbirlerine ne kadar zıt olduğunu gösteriyor. AKP’nin hem demokratlık problemi var, hem de Kemalistlerle görüş ayrılıkları… Kemalizmle yüzleşmeden Türkiye demokrasisinin engelleri kalkar mı? Kemalistlerle Menderes, Demirel ve Çiller gibi dinî kimliğe sahip olmayan politikacıların mücadelesini AKP yeniden gözden geçirmelidir, diyoruz. Aksi takdirde Teziç’le piste çıkan sayın Erdoğan ile sayın Çelik’in tavizleri milleti rencide etmeye devam eder. Doğu blokundaki büyük değişimler ve dünya çapındaki inkılaplarla birlikte Türkiye’nin durumunu nazara aldığımızda müsbet değişimin pek de zor olmadığını düşünüyoruz. Millete değişimci görünüp statükonun bekçiliğini yapmak sayın Erdoğan’a yakışmıyor.

Netice olarak iki önemli noktayı vurgulamak istiyoruz: Demokratlığın gereğini yerine getirmek ve bu çerçeve içinde demokrasimizin önündeki en büyük engel olan Kemalizmle yüzleşmek… Bu önemli hakîkati ne AB ve ne de AB’nin kurmayları anlayamaz. Yalnızca hürriyetperver dindar demokratlar anlayabilir…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*