Bedeli ödenmemiş haklar

Türkiye’deki yasaklarla hükümetinin ne kadar ters düştüğüne bir de buradan bakmak lâzım. Anayasal çoğunluğa sahip meclisin ‘hakk ve hürriyetler’ istikametinde kılı kıpırdamıyor. AB yöneticileri işin mahiyetini tam bilmediklerinden şaşkın duruyorlar. Tüm Avrupa mahfilleri (siyasî, dinî, sanat ve bilim çevreleri) Türkiye´yi AB´ye davet ederken iki hususa vurgu yapıyorlar: Dinî özgürlüklerin üzerindeki baskının kalkması ve şeffaflaşmamış ekonomik düzenin yönetmeliklerle düzeltilmesi…

Avrupalılar, devletin halkın giyim–kuşamına karışmasını ve dinî eğitme müdahale etmesini anlayamıyorlar. 11 Eylül´ün toz–dumana kattığı dünyada herşey berraklaştıkça Türkiye´deki yasakçıların işleri zorlaşacak. Milletin istediğinin aksine hükümetin ‘yasaklara teslim olmuş hali’ AB´li siyasetçileri tedirgin ediyor. Bu duruşuyla Türkiye hükümetinin halâ Washington´a müteveccih olduğu endişesi, yer yer tepkilere de sebep oluyor. Esas tepkileri; yapılan haksızlık ve yanlışlıklara karşı milletin de ses çıkarmaması… Dört–beş yılda bir konuşmayı, sürat asrının insanları anlayamıyor.

12 Eylül cuntasının lideri, “Sükûneti sağladık,” demişti. Konuşanlar bilâhak sorgusuz üç ay içeriye alınınca sükûneti sağlamışlardı. Zamanla topluma verilen suni teneffüs az da olsa hakk ve hürriyetlerin kıpırdamasına sebep olmuştu. 12 Eylül’ün yaptığı balans ayarını yeterli bulmayan hürriyet karşıtları bu defa 28 Şubat’la daha derin ve muhkem bir ayar yapmışlardı. İşte bizim AB´liler bu ayarın mahiyetini bilmediklerinden, çiğnenen hakları karşısında sus–pus olmuş Anadolya taaccüple bakıyor.

Milletin sandıkta konuşması, kaybolan hakk ve hürriyetlerini bulmasına yetmediğini çeyrek asra yakındır görüyoruz. Halkın doğruları öğrenmeden ve haklarının mahiyetini bilmeden sandığa gitmesi hürriyetlere kavuşmasını sağlayamadı. Cemiyetin önüne çıkıp insanları bilgilendirmenin elbette bir bedeli olacaktır. Bu bedeli ödemeden, doğruların kamuoyunda makes bulacağını beklemek yalnızca kendinizi kandırmaya yeter. Tarih bedel ödeyenlerin başardıklarını kaydediyor. Peygamberler tarihi ile izzet ve şerefiyle yaşamış milletlerin tarihi buna engüzel misaldir. Daha önce de ifade etmiştim. AB çerçevesinde barış ve huzur içinde yaşayan milletlerin müşevveş tarihlerine baktığımızda, bugünkü hürriyetleri için çok büyük ve korkunç bedellerin ödendiğini görüyoruz.

Türk milletinin bin yıllık tarihi ve elindeki mukaddes değerlere bakıp diyoruz ki; inşallah bu millet hakk ve hürriyetleri için acı bedel ödemeyecek. Fakat bu; hiçbir derdi yokmuşçasına dünyayı rahat ve fantazilerle yaşamaya da müsaade etmemeli. Ellerimize kelepçe ve ayaklarımıza kement olmuş ‘dünyayı rahat yaşama’ endişesiyle böyle kıvranan bir topluma, muhtaç olduğu hakk ve hürriyetlerin gelmeyeceğini, bize Berlin ve Paris´ten bakan dostlarımız söylüyorlar.

Gandhi, ekmeğini tuzsuz yerken İngilizden hürriyetini istiyordu. Çünkü tuzu İngilizler getiriyordu, Hindistana. Bediüzzaman Hazretleri hürriyetine müdahale edilmemesi uğrunda zindanı saraylara tercih etmişti. Savunulan doğruların, gelecek güzelliklerin bedelsiz olmayacağını hayatıyla gösteren büyük zatlara—küçük de olsa-–bir bedel ödemeye mecbur olduğumuzu ortaya koyuyor.

Cumhuriyet hükümetinin bir gecede rafa kaldırdığı bin senelik tarih şuuru, dinî hayat, millî gelenek ve temel hürriyetleri elde etmek için verilen bedeli demokratlara sormak lâzım. Menderes ve arkaşları şehit oldular, ama bir daha ne ezan, ne Kur´ân ve ne de Kur´ân yazısı Türkiye´de yasaklanamadı.

Biz hangi bedelleri ödüyoruz… Devletin mengenesinde sıkışan eğitimimizde yasaklanmış ‘dinî eğitim’ için neler yapıyoruz. Yoksa devletin bazı kademelerine yerleşmiş ve cemiyeti ikide bir irtica ile korkutanların merhametleriyle temel hakk ve hürriyetlerimize kavuşacağımız günü mü bekliyoruz? Bizi bekleyen AB´nin yetkili simaları, ayıplarınızdan sıyrılarak geliniz diyor. Türkiye´nin kendisine mahsus şartları, insan hakk ve hürriyetlerini çiğneyecek ve onurunu zedeleyecek şekilde devam ederse Türkiye dışarıda kalır. Şu haliyle de kalamaz. AB adaylığı Ona maddî–manevî destek veriyor, bugün. Aksisi, tereddînin merdivenlerinden inerek üçüncü dünya da yerini almaya mecbur olur.

Bu arada ‘tesettür’ meselesindeki suskunluğumuza da değinmek istiyorum. Dindarların bugünkü hali; bu yoldaki sıkıntılarla yüzleşmeden kaçınma halidir. Veya bulunduğu mahfilden dışlanma korkusu. Bedeli ödemeden Fereci bekleyen Müslümanların halini de Avrupalılar beğenmiyor. Üzerimize düşeni yaptıktan sonra ancak Bedir ve Huneyn´deki yardımı görebiliriz. İslâmın en belirgin, en yüksek en şerefli bayraklarından birisi olan ‘tesettürü’ önemseyenler, Bediüzzaman Hazretlerinin 1935´ten itibaren bütün mahkeme ve müdafaalarında bu sancağı en yükseklerde tuttuğunu bilirler. Kendisine yapılan birçok suçlamanın arasında ancak tesettürden dolayı ceza verebildiklerini de bilirler. Hanımlar Rehberinin bir ismininin de Tesettür Risalesi olduğunu bilenler, bu şeairin ilânından zerre kadar çekinmezler.

12 Eylül´ün sükûnete erdirdiği cemiyeti 28 Şubat tamamen susturunca, Türkiye´de hakkı ketmetme neredeyse fazilet sırasına geçecek. Takiyyenin meslek ve meşrep olduğu bir ülkede susanlar hep kaybedecekler. Fakat AB, doğruyu ve hakikati güzelce ifademize kuvvet veriyor. Newyork´ta dinozorlar para, korku ve garazla milletleri susturmaya kalkıştıkça AB konuşmamayı ve insanî değerleri biraz daha yukarılara kaldırmayı istiyor.

Bedel ödemekten çekinenler; ödeyeceğimiz bedelin geçmiş peygamberlerin ümmetlerinin veya bizden önceki Müslümanların ödedikleri bedellerin yanında hiç kalacağını devamlı hatırlarlarsa, hakk ve hürriyetlere kavuşmamız daha kolay olur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*