Bediüzzaman, ağaç ve mânâ

Image
Dünyanın kendisi bir âleme mensup olduğu gibi, pek çok âlemi de bünyesinde barındırmaktadır. Bu âlemlerden bitkiler âlemi, botanik biliminin tâbiriyle, ekolojik dengenin olmazsa olmazıdır. Bu âlemin en önemli mensupları da ağaçlardır. Ağaçlar milyonlarca yıldır insanların da, hayvanların da ihtiyaçlarını karşılamaktadır.

Değişen ve gelişen zamanının akabinde ağaçların kullanımı, insanlığın ihtiyacı nispetinde değişmekte ve gelişmektedir. Ağaçlar insanlığın hizmetinde, yani sanayi, tarım, tıp vb. gibi pek çok alanda kullanılmaktadır. Kimileri ilâç yaparken, kimileri kömür yapmış, kimileri koyu gölgede çardak yaparken, kimileri de tabloda san’at yapmıştır. Görüldüğü gibi ağaçların fizikî ve kimyasal özelliklerinden faydalanılmıştır. Kimileri ise anlaşılması zor mânâ ve ihata edilmesi güç hakikatlerin yüksek mertebesine ağaç şablonuyla bakıp, ağacın gayb perdesindeki sınırları içinden yüksek hakikatleri herkesin anlayacağı bir şekilde sunmuştur. Bu şekilde pek çok hakikat, bulanık zihniyetli insanlara kendini bildirmektedir.

Bu kimilerinden biri olan Bediüzzaman Hazretleri, ağaçların morfolojik özelliğinden benzersiz bir biçimde faydalanarak, gizli kalmış veya anlaşılması zor konuları herkesin anlayacağı bir şekle çevirmiştir. Kâinatın yaratılışı, Peygamber Efendimizin (asm) mahiyeti, âyet ve hadis açıklamaları vb. konuları mükemmel bir tarzda, ehl-i tahkikin nazarına veriyor. Anlatımdaki belâgat gizli mânâların ortaya çıkmasını sağladığı gibi, konulara ilgisiz kalmış zihniyetin de ilgisini celbediyor. Konuları asrın ihtiyaçlarına uygun olarak yani mantıkî bir tarzda işlemesi hem hakikatlerin anlaşılmasını, hem de değer kazanmasını sağlıyor. Bu kadar önemli konuları temsiller ile anlatması hem zihni yorup karıştırmadan, hem de konunun mahiyetinin kalıcı bir şekilde anlaşılmasını sağlamaktadır.

Bediüzzaman Hazretleri Risâle-i Nur’da kâinatı ağaca şöyle benzetmektedir: “Şu gördüğün âleme bir kitap nazarıyla bakılsa, Nur-u Muhammedi (asm) o kitabın kâtibinin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebir bir şecere tahayyül edilse, Nur-u Muhammedi (asm) hem çekirdeği hem semeresi olur. Eğer dünya mücessem bir zihayat farz edilse, o nur, onun ruhu olur…” (Mesnevî-i Nuriye, s.186) Nur müellifi birbirine benzer mânâdaki bu üç cümlede Peygamber Efendimizin (asm) nurunu nazara vermekle kâinatın yaratılış gayesinin Efendimiz (asm) ile olan bağını ifade etmektedir.

İkinci cümleye bakıldığında kâinat ağaç benzerliği kurulmuştur. Ucu bucağı ihata edilemeyen koskoca kâinat bir ağaç suretinde tahayyül edilmiştir. Bu şekilde hayalin bile içine alamadığı büyüklük kolay bir şekilde kuşatılmıştır. İkinci cümlede çekirdek Nur-u Muhammedi (asm) iken ağacın meyvelerinin de en efdali, beşer olarak, Peygamber Efendimiz (asm) oluyor. Çünkü yaratılış ağacının meyvesi insandır. İnsanların da en efdali odur. Peygamber Efendimiz (asm) bir hadisinde, geçen cümleleri aydınlatacak meseleyi şöyle belirtmişlerdir:

“Bir gün ashabından Abdullah B. Cabir (ra): ‘Ya resulallah’ dedi. ‘Bana, Allah’ın her şeyden evvel yarattığı şey nedir, söyler misin?’

Efendimiz şöyle cevap verir; ‘Herşeyden evvel senin peygamberinin nurunu kendi nurundan yarattı. Nur Allah’ın kudreti ile dilediği gibi gezerdi. O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne sema, ne arz, ne güneş, ne ay, ne insan ve ne de cin vardı. (Kastalani, A. Esr. s. 7)

Hadis-i Şeriften anlaşılacağı gibi, o nur yani Ahmed nuru kâinatın yaratılmasına mazhar olmuştur. Hem ikinci cümle, hem de Hadis-i Şerif bir şeyi vurguluyor ki, o da şüphesiz Hz Muhammed’in (asm) Allah katındaki önemi çok büyüktür. Kâinat ağacının hem çekirdeği, hem de meyvesi olmasına sebep ve Efendimizin (asm) dâvâsına karşı gösterilmesi gereken ehemniyeti vurguluyor. Kâinat ağacının çekirdeği ve meyvesi olması, Allah’ın büyük isimlerinin tecelliyatına mazhar ve makes olmalıdır. Çünkü Allah’ın nur isminin tecelliyatı bariz bir surette görülmektedir.

Yine yaratılış ağacının çekirdeği olması hasebiyle bir hadis i kudside Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Levlake levlak lema halektül eflak” yani; “Sen olmasaydın (ya Muhammed) sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım.”

Hz. Muhammed’in diğer peygamberlerden farkının ve onun dâvâsının hakkaniyetinin mahiyeti bilindiğinde hem onun ümmeti arasındaki bağın muhkemleşmesi, hem de bu bağla Allah ile kul arasındaki bağı da kuvvetleştiriyor.

Risâle-i Nur’un başka bir yerinde yaratılış-ağaç temsiline Bediüzzaman şöyle bakıyor:

“Hususan Mayısın ahirinde olduğu gibi bazı vakitte ince hilâl şeklinde Süreyya menzilinde dediği vakit, hurma ağacının eğilmiş beyaz bir dalı suretini ve Süreyya bir salkım suretini gösterdiğinden o yeşil sema perdesi arkasında hayale nuranî büyük bir ağacın vucudunu tahayyül ettirir. Güya o ağaçtan bir sivri ucu o perdeyi delmiş, bir salkımı ile beraber başını çıkarmış, Süreyya ve hilâl olmuş ve sair yıldızlar da o gaybi ağacın meyveleri olduğunu hayale telkin eder.” (Mektubat, 3. Mektup, s. 21)

Bediüzzaman’ın mükemmel bakış açısı o muazzam hakikatleri ne denli ihata ettiğini gösteriyor. Yaratılış ağacı yine gayb perdesi altından tecessüm edercesine, ay şeklinde yıldız şeklinde salkımları görünmektedir. Risâle-i Nur’un daha pek çok yerinde ağaç misali saklı ve bambaşka âlemleri, bambaşka mânâları deruhte ediyor.

Şecere-i hilkatin muazzam bir dalında bulunmakta olan Bediüzzaman’a hakka hizmeti ve himmeti nisbetinde rahmet ve dua.

İşte nur, işte ağaç, işte mânâ…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*