Bediüzzaman Bush´u teşhis ve teşhir ediyor

“En aslah/emin yol musalahadır/sulhtur, barıştır. Savaş büyük bir depremdir. Dünya savaşlarının sonuçlarından hem insanlık, hem de İslâm âlemi çok zarar gördü” 1 diyerek de barışı tavsiye eder Bediüzzaman.

Saldırgan, zâlim ABD başkanı Bush ve yönetiminin Irak’ın mâsûm halkının başına bomba yağdırması ve katliâmlar yapmasının sebebi hiç şüphesiz, “kitle imha silâhları, Irak’a demokrasi getirmek” değildir.

Pis emellerini beynelmilel stratejistler şöyle teşhis eder: Petrol kaynaklarına sahip olmak, İsrail’in güvenliğini sağlamak, cihan hakimiyeti kurmak, coğrafi değişiklikler yapmak ve yeni silâhlarına pazar bulmaktır. 2

Bediüzzaman, nerede ise bir asır önce; Bush’un, Irak saldırısının felsefi boyutunu teşhis eder: Avrupa ikidir: İsevîlik hakîkî dininden aldığı feyizle insanlığın sosyal hayatına faydalı sanatları adâlet ve hakkaniyete (âdil paylaşıma) hizmet eden fenleri takip eden I. Avrupa. Tabiat/maddeperest felsefenin zulümatıyla kötülüklerini güzellik zannederek insanlığı sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş II. Avrupa.3 (II. Buhs ve takımının II. Avrupa, barış yanlılarının I. Avrupa’ya girdiği açık.)

O II. Avrupa’ya şöyle hitap eder: Bil, ey ikinci Avrupa! Ey küfür ve küfrânı dağıtıp neşreden bedbaht ruh! Ey insanlığın nefs-i emmâresi/kötülükleri isteyen nefsi! Ey sefahet ve dalâletle bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış Avrupa! Deccal gibi birtek gözü taşıyan kör dehân ile beşer ruhuna cazibedar oyuncaklar ve uyutucu hevesat ve fantaziyelerle cehennemî hâleti hediye ettin. Senin bu ilâcın, senin başını yesin ve yiyecek!

Felsefenin hâlis öğrencisini şöyle tasvir eder: O bir firavundur. Fakat, menfaati için en hasis şeye ibâdet eden zelil bir firavundur. Her menfaatli şeyi kendine rab tanır. Hem o öğrenci, menfaatperest yalnız kendisi için endişelenendir ki, bütün çalışması nefs ve batnın ve fercin (mide ve şehvetinin) hevesâtını tatmin ve şahsi çıkarlarını bâzı millet menfaati içinde arayan, dessas bir hodgâmdır/keyfini düşünendir.

Başka yer ve Irak’a saldırmasının felsefik boyutu da şudur:

Toplum hayatında dayanak noktasını “kuvvet” kabul eder. Hedefi “menfaat” bilir. Hayat kanunu “cidâl” (muharebe, cenk, kavga) tanır. Cemaatlerin bağlarını “unsuriyet/ırkçılık, menfî milliyeti” tutar. Meyvesi ise, “nefsî hevesleri tatmin ile insanlığın ihtiyaçlarını çoğaltmaktır. Halbuki, kuvvetin şe’ni/işi/gereği tecavüzdür. Menfaatin şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden, üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidâlin şe’ni çarpışmaktır. Unsuriyetin/ırkçılığın şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür. İşte bu hikmettendir ki, beşerin saadeti selb/mahv olmuştur.4

Bush’un “Demokrasi, özgürlük getireceğim” iddiası bir palavradır. Bombaların ucunda ne menem demokrasi var! Samîmî olsaydı, savaşa ayırdığı milyarlarca doların o­nda birisini kültür, eğitim, ilim, fikir, hastane, hastalara, hak ve hürriyetleri anlatan programlara, kitaplara harcar, demokrasi gelirdi! Önce diktatör Saddam’ı besle, palazlandır; şimdi de mâsûm Irak halkı, çocukların başına bomba yağdırarak mı “Demokrasi, özgürlük getireceğim!” de! Kim inanır bu saçmalara?

“Alın çocuklar size demokrasi, Booooom, güüüüüümm! Alın özgürlük, buuuuuum!”

Bu aldatmacalar için de şu tesbiti yapar Bediüzzaman: Soru: İngiliz ve İtalya gibi ecnebîlerin hükümete yaptığı baskı ve savaş dolayısıyla, İslâm hamiyeti heyecana gelecek, bid’alar bir derece kalkacak, İslâm ibâdet ve hükümlerini ihya edecek bu savaşa neden karşı çıktın?

Elcevap: Biz ferec/kurtuluş ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz—fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin; kılıçlarından gelen fayda bize lâzım değil. Zaten o mütemerrid (inatçı) ecnebîlerdir ki, münafıkları ehl-i imâna musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler. Hem harp belâsı ise, Kur’ânî hizmetlerimize mühim bir zarardır.5

AKP iktidarının samimiyeti, fakat acemiliği, AB’nin ve Arap âleminin basîretsizliği mâsûmların başına bomba ve zulüm yağıyor! Yeni Asya, aylardır bu meseleye kilitlenerek uyarılarını yaptı. Peki, bu tarihten sonra inananlar (I. Avrupa, Papa dahil) ne yapmalı? İslâm aleyhinde bir hâdise vuku bulduğunu duyunca, kalbine bir hançer saplanmış gibi olan Bediüzzaman, normal zamanlarda ve bilhassa savaş, âfet, musîbet zamanlarında şöyle davranırdı:

Yatsı namazından sonra yatar, üç saat uyuduktan sonra kalkar, “teheccüd” namazını kılar, Kur’ân, tesbihat, Cevşen okur, hazin hazin duâ edermiş. (Yaz günleri şafaklara kadar, çınar ağacındaki kulübesinde.) Sabah namazından sonra da kuşluğa kadar aynen devam edermiş.

Unutmayalım: Duâ, istek, arzular; şiddet derecelerine göre rûhî bir güç, cazibe ve çekim alanı oluştururlar! Maddeyi yöneten ruhtur. Ne kadar atom, ışık hüzmesi, su damlası bir araya gelirse; o kadar bir güç/enerji meydana gelir. Ne kadar insan duâ eder, insanlığın kurtuluşu için arzu ve istekte bulunursa; o derecede bombaları şaşırtan enerji gönderir; o kadar çöl fırtınası çıkmasına vesile olur! Şimdi duâ zamanı. Allah’ım, insanlık düşmanlarını kahreyle ve “Gavurcuklarıma dokunma!” diyen meczup Cibâli babaların canını, Bush, Şaron ve Saddam’la birlikte al!

Dipnotlar:
1-Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 70;
2- Prof. Dr. Ekrem Erdem, Yeni Asya/21.03.2003;
3- Mesnevi-î Nûriye, s. 129;
4- Sözler, s. 122;
5- Lem’alar, s. 107

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*