Bediüzzaman farkı

Üsame bin Ladin’in öldürüldüğü haberiyle ilgili yazımızda Hutbe-i Şamiye’den aktardığımız sözlerinin devamında Bediüzzaman, konunun müsbete bakan cihetine de şu ifadeleriyle dikkatlerimizi çekiyor:

“(Şu zamanda) Bir tek hasene (iyilik) bazen bir kalmıyor, belki bazen binler dereceye terakkî ediyor. (…) Seyyie (fenalık) böyle binlere çıktığı gibi, bu zamanda hasene, yani İslâmiyetin kudsiyetine temas eden iyilik, yalnız işleyene münhasır kalmaz.

Belki o hasene, milyonlar ehl-i imana manen fayda verebilir. Hayat-ı maneviye ve maddiyesinin rabıtasına kuvvet verebilir.” (Eski Said Dönemi Eserleri, Hutbe-i Şamiye, s. 350-1)
Üsame bin Ladin’de simgeleştirilen ve İslâmı terörle özdeşleştirme kampanyalarına yeni malzemeler sunan yanlışlar nasıl bütün Müslümanların hukukuna tecavüz edip büyük zararlar veriyorsa, “doğru İslâmı ve İslâma lâyık doğruluğu” gösteren güzel örnekler de, tam tersine, bütün Müslümanları rahatlatıyor; İslâmın önünü açıp, arayış içindeki insanlığı sadece Kur’ân’da mevcut olan tesellî ve müjdelerle buluşturuyor.
Bu mânâyı tezahür ettiren en güzel örnekler ise Risale-i Nur’un ulaştığı yerlerde yaşanıyor.
Siyasî çekişmelerin, ideolojik kavgaların, iktidar mücadelelerinin uzağında, tamamen imanları kurtarma hedefinde odaklanan Risale-i Nur hizmeti, toplumda merhamet, hürmet, emniyet, haram-helâli bilip haramdan çekinmek ve serseriliği bırakıp itaat etmek prensiplerini hakim kılmak suretiyle toplumsal huzuru sağlıyor.
Risale-i Nur hizmetinin temel düsturlarından olan müsbet hareket prensibi de, Müslümanlar başta olmak üzere insanların birbiriyle uğraşmak yerine hizmet yarışına girmesini ve her hal ve şartta asayişin muhafazasını netice veriyor.
Zaten imanda odaklanan bir hizmetin, bütün ahlâkî güzelliklerin neşvünema bulduğu bir atmosfer oluşturması, son derece fıtrî bir netice.
Çünkü bütün ahlâkî hasletlerin kaynağı iman.
Risale-i Nur hizmetinin bir başka önemli özelliği, baskı ve zorlamayı değil, iknayı; dışlamayı değil, kucaklamayı; öldürmeyi değil, yaşatmayı; yeni yeni yaralar açmayı değil, açılmış derin yaraları şefkatle sarıp tedavi etmeyi; yıkmayı değil, yapmayı; tahribi değil, tamiri esas alması.
Onun içindir, Risale-i Nur, telif edildiği Türkiye başta olmak üzere, ulaştığı her yerde bu mânâları tahakkuk ettiriyor, akılları ve gönülleri fethediyor, insanların dünyalarını aydınlatıyor.
Yeri geldikçe tekrarladığımız gibi, eğer Türkiye, bugün Arap ülkelerinin kurtulma sancıları yaşadığı diktatörlüklere ilham kaynağı olan ceberut bir istibdad-ı mutlak rejimini kansız, kavgasız ve barışçı bir geçişle aşabildiyse, bunun en önemli sebebi, Risale-i Nur hizmetinin toplumsal bünyeye kazandırdığı olumlu değerlerdir.
Arap âleminde Risale-i Nur’u iyi bilenlerden Iraklı Profesör Muhsin Abdülhamid’in, ülkesinde işgal sonrasında oluşan ortamı anlatırken söylediği “Eğer Risale-i Nur okumamış olsaydım ben de intihar eylemcilerinden biri olurdum” sözü, bir başka ilginç ve düşündürücü örnek.
Aynı şekilde, Suriye’nin en önemli âlimlerinden Prof. Dr. Said Ramazan el Butî’nin, “Arap dünyası, Üstad Bediüzzaman’ın şiddeti reddeden, siyasete girmeyen ve çizgisinden taviz de vermeyen tavrını örnek almalı” çağrısı bir diğeri.
Keza Tunuslu âlim Abdüllâtif Mourou’nun “Bediüzzaman’ın felsefesi, Türkiye’nin her alanda gelişmesinde önemli rol oynadı” vurgusu da.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.
Bunların ışığında, öncelikle tek tek her bir insanı muhatap alıp, onun dünyasını akıl ve ilim destekli bir imanla aydınlatan ve beraberinde bu imanın getirdiği ahlâkî hasletlerle donatan Risale-i Nur’daki Kur’ânî yaklaşım ve mesajlarla insanlığı tanıştırmak, biri binler, hattâ milyonlar yapabilen en önemli hizmetlerin başında geliyor.
Bunun farkında olan hizmet erbabı, Üstadın “Neme lâzım deyip kendini tembellik döşeğine atmak zamanı değil” ikazının öncelikli muhatabı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*