Bediüzzaman Hazretleri’nin isim ve unvanları

O, Garîb ve Bedîi bir insandı! Eşsiz ve güzel bir adamdı! Hak bildiği dâvâsında tavizsiz bir kahramandı! Asra ve asırlara meydan okuyan, hak ettiği unvanlarını tarîhe yazdıran ender bir şahsiyetti. Savaş meydanlarında korkusuz bir cengâver, şecaât sahibi bir komutandı! İlmi umman bir âlim; asrımızı ve gelecek istikbali yazdığı Kur’ân reçetesi ile nurlandıran bir müceddiddi. Tam ve dâimi bir Üstâddı. “Hem en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdi, hem mürşid, hem kutb-u a’zam”1 olarak bilinen bir zât-ı nuranîydi. Ve “siyâset âleminde, diyânet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dairelerde icraatları”2 olan Mehdi-i Âhirzamandı.

Kendisini şöyle anlatıyor o: “Ben geçen sene Garîbü’zzamân3 idim. Sonra Bediüzzaman oldum. Şimdi de Bid’atüzzamân4 oldum!”5 Çünkü o, “istibdadın Garîbü’zzamânı, meşrûtiyetin Bediüzzamanı, şimdikinin de Bid’atüzzâmanı”dır. Kendi tabirince de “Şu fakir, garip Nursî ki, ‘Bid’atüzzaman’ lâkabıyla müsemmâ olmaya lâyık iken, haberi olmadan ‘Bediüzzaman’ ile meşhur olan bîçare, tedennî-i milletten ciğeri yanmış gibi feryad ü figan ederek, ‘Ah, ah, ah! Vâ esefâ!’ der ki:…”6 demektedir. O, Bediüzzaman lâkabı ile meşhur olmasının çok mühim cihetlerini de nazarlara sunar. Sekizinci Şuâ’da bu noktaya şöyle işaret etmiştir: “Hem şimdi anlıyorum ki, eskiden beri benim liyâkatim olmadığı halde, bana verilen ‘Bediüzzaman’ lâkabı benim değildi. Belki Risâle-i Nur’un mânevî bir ismiydi; zâhir bir tercümanına âriyeten ve emâneten takılmış. Şimdi o emânet isim, hakikî sahibine iâde edilmiş.”7 Böylece Üstâd Hazretleri, Bediüzzaman lâkabını Risâle-i Nur Külliyatı’na iâde etmiştir.

Bu noktada kendisine sorulan bir suâl de şöyledir: “Sen imzanı bazen ‘Bediüzzaman’ yazıyorsun. Lâkap medhi imâ eder.”

Bu suâle cevâben Üstâd Hazretleri şunları söyler: ”Medih için değildir. Kusurlarımı, sened-i özrümü, mazeretimi bu unvan ile ibrâz ediyorum. Zirâ’ bedi, garip demektir. Benim ahlâkım, suretim gibi ve üslûb-u beyanım, elbisem gibi gariptir, muhaliftir. Görenekle revaçta olan muhakemat ve esalibi, benim üslûp ve muhakematımla mikyas ve mihenk itibar yapmamayı bu unvanın lisan-ı haliyle rica ediyorum. Hem de muradım, ‘bedî,’ acip demektir.”8 şeklinde cevaplamaktadır.

Elbette ki başka unvanlarla da bilinir asrın ve asırların adamı. O beyne’l-İslâm “Bediüzzaman”9, “Sâhibü’z-zamân”10, “Fahrü’d-deverân”11, “Fatînü’l-asr”12 unvanlarıyla yâd edilmiş; fakat bu hiçbir zaman hakîkatsız ve bir sözden ibâret değildir. Risâle-i Nur ile yaptığı muazzam hizmet-i imâniye ve Kur’âniyesi ve teşkil ettiği hamiyet-i diniye ile serfiraz milyonlar fedakâr talebelerin kudsî şahs-ı mânevîsi, bir şahid-i sadık ve bir delil-i katı’dır.13

Bunlardan başka hayatının çeşitli safhalarında birçok isim, imza ve unvanları da kullanmıştır. Meselâ: Molla Saîd14, Saîdü’l-Meşhur15, Saîd Nursî, Şâh-ı Merdân16, Cerîde-i Seyyâre17, Ehu’l-acayip18 Ebu Lâşey19, İbnü’z-zamân20, İbn-i Ammi’l-Garaib21 Mehmed Saîd Nursî, Muhammed Saîd…” gibi imza ve unvanlardı bunlar.
Burada her bir unvan ve isim için ayrı ayrı durmak îcâb eder, ancak bizler kısaca dipnot şeklinde değinmekle yetinmek istedik. Belki kısaca On Beşinci Mektub’da geçen “Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nurânîsine bağlanan ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, Âl-i Beytten Muhammed Mehdî isminde bir zât-ı nuranî”22 ifadesindeki “Muhammed” ismi üzerinde icmâlen durabiliriz.

Tılsımlar Mecmuasının Zeyli olan Mâidetü’l-Kur’ân ve Hazinetü’l-Bürhan eserinde “Nebiyy-i Ekrem Sallallâhü Aleyhi Vesellem Efendimiz Hazretleri, Mehdi’yi vasf ederlerken: ‘ismi ismime, babasının ismi babamın ismine uyacaktır.’” buyurmuşlardır.23

Yine aynı eserde “Hadîs-i Şerifte, Hazret-i Mehdi’nin ismi Peygamberimiz (asm) ismine, babasının ismi de babasının ismine uyacağı gayet yüksek bir belâgatla ifâde buyurulmuştur. Yalnız dikkat etmek lâzımdır ki: Hadîs-i şerifte bu mânâyı gösteren yani tevafuk, uymak mânasını ‘nüvâtıü’ kelimesiyle irâd buyurulmuş olup, tetâbuk kelimesi ihtiyâr edilmemiştir.

Çünkü tetâbuk kelimesiyle irâd buyurulmuş olsaydı Hazreti Mehdinin isminin aynen Muhammed veya Ahmed olması i’câb edecek, o zaman itiraza mahal kalmayacaktı, herkes tasdik edecekti. Hâlbuki böyle olsa yani hâdise-i istikbâliye bir derece perdeli ve kapalı olmazsa teklif kalkar, ihtiyâr kalkar. O zaman bu dâr-ı dünyanın bir dâr-ı imtihân ve tecrübe olmasının mânâ ve hikmeti kalmazdı”24 denilmektedir. Yine aynı eserde “Hz. Bediüzzaman’ın adı yalnız ‘Saîd’ değil, ‘Muhammed Saîd’dir. Buna hemşehrileri şehadet ediyorlar. ‘Lihikmetin’ göbek adı gizlenmiş, belki de kasdî olarak yalnız Saîd adı iştihâr etmiş”25 denilerek Muhammed isminin sırr-ı hikmet ve ibhâm perdesini aralayabilecek bir nokta îzah edilmiştir.

Görüldüğü gibi Bediüzzaman Saîd Nursî Hazretleri için kullanılan isim, unvan ve lâkaplar çoktur. Ancak bunlar içinde en meşhur olanlar “Bediüzzaman”, “Said Nursî” ve “Bediüzzaman Said Nursî” isimleridir. Bu isimlerle iştihâr etmiş ve asrımızca meşhur olmuş olan Üstad Bediüzzaman Hazretleri’ne başka unvanlar ve hitap şekilleri uygun düşmemektedir. Onu eserlerinde ifâde edilen ve kendisinin de işaret ve beşaretleri ile bildirdiği unvan ve lakâblarla yâd etmek gerekir inancındayız. Bediüzzaman Saîd Nursî Hazretleri Kur’ân’ın mânevî bir mu’cîzesi ve dersini asrımıza ve asırlara taşımış, eserleri ile isimleri imtizaç etmiş bir mütefekkir, müceddid-i ahirzaman ve ender bir âlimdir. Çünkü “Envâr-ı Muhammediyeyi (asm) ve maarif-i Ahmediyeyi (asm) ve füyuzat-ı şem’-i İlâhîyi en müşa’şa’ (şaşaalı) bir şekilde parlatması ve Kur’ânî ve hadîsî olan işarât-ı riyâziyenin kendisinde müntehî olması (nihayet bulması) ve hitabât-ı Nebeviyeyi (asm) ifade eden âyât-ı celilenin riyâzî (matemetikle ilgili, sayısal) beyânlarının kendi üzerinde toplanması delâletleriyle, o zât hizmet-i îmâniye noktasında risaletin bir mir’at-ı mücellası (parlak bir aynası) ve şecere-i risaletin bir son meyve-i münevveri (nurlu meyvesi) ve lisan-ı risaletin (peygamberlik dilinin) irsiyet noktasında son dehân-ı hakîkatı (hakîkat ağzı) ve şem’-i İlâhînin hizmet-i îmâniye cihetinde bir son hâmil-i zî-sa’âdet (sa’adet sahibi taşıyıcısı) olduğuna şübhe yoktur.”26

Dipnotlar:

1- Mektubat, s: 440.
2- Şuâlar, s: 590.
3- Zamanın garibi. Asrın, zamanın şaşırtıcı, hayret verici kişisi.
4- Zamanın bid’ası, zamanın acib ve garibi, zamanın şartlarına uymayan.
5- Eski Said Eserleri, 2009, s: 146 (Divan-ı Harb-i Örfi).
6-  Muhakemat, 2006, s: 23.
7- Mektubat, 2006, s: 789.
8- Hutbe-i Şamiye, s: 101.
9- Zamanın bedî’î olanı. Zamanında kendisi gibi görülmedik olanı. Kimseye benzemeyen ve zamanın garib ve acîbî bulunan.
10- Zamânın sahibi. Zamanında İnd-i İlâhide en makbul insan. Müceddid Mehdi-i zaman.
11- Devirlerin övüncü, asırların iftihar vesilesi.
12- Asrın en dâhisi, asrın en zekisi. Asrı etkileyen adam.
13- Tarihçe-i Hayat, s: 113.
14- Bediüzzaman’ın gençliğinde ilmî dirayetiyle elde ettiği hocalık payesi.
15- Meşhur Said; Bediüzzaman Said Nursî.
16- Mertlerin şahı; kahramanların, yiğitlerin şahı.
17- Ayaklı, gezici gazete.
18- İnsanı şaşırtan acaipliklerin kardeşi. Şaşırtıcı şeylerin peşinden giden.
19- Hiçbir şeyin babası, hiçbir şeyi olmayan, dünya malına değer vermeyen.
20- Zamanın çocuğu; yaşadığı çağın şartlarıyla bağlı olan ve onun gereklerine göre hareket eden.
21- Yadırganan, garip şeylerin amcaoğlu.
22- Mektubat, 2006, s: 94.
23- Tılsımlar Mecmuasının Zeyli, Mâidet-ül Kur’ân ve Hazinet-ül Bürhan, 2006, s: 64, İttihad Yayınları.
24- Tılsımlar Mecmuasının Zeyli, Mâidet-ül Kur’ân ve Hazinet-ül Bürhan, 2006, s: 55, 56, İttihad Yayınları;
25- Tılsımlar Mecmuasının Zeyli, Mâidet-ül Kur’ân ve Hazinet-ül Bürhan, 2006, s: 166, İttihad Yayınları.
26- Şuâlar, s: 671.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*