Bediüzzaman Hizmet Tır’ı ve İstanbul’un İkinci Fethi

Bediüzzaman Hizmet Tır’ı projesi oldukça farklı ve dikkat çekici bir hizmet projesi oldu. Batıdan doğuya, kuzeyden güneye yurdun dört bir köşesini ziyaret ederek ses getiren bir hizmete vesile oldu. Seyehat lisanıyla büyük bir ilanat. Şimdiye dek benzerine pek rastlanmayan bu hizmet metodu ile Bediüzzaman Hazretlerinin iman ve Kur’an davası birçok insana ulaştırıldı. Davadan haberi olan kardeşlerin ise şevk ve gayretti arttı. Bu hizmet tarzı Üstad’ın ve Risale-i Nurun açık bir kerametidir. Bu keramete vesile olan tüm kardeşleri kutluyor , devamını bekliyoruz.

Hizmet Tır’ımızın başlangıç safhasında bulunma fırsatımız olmadı. Ancak final günü diye tabir edilen Beyazıt Meydanındaki programa katılmak nasip oldu. Bu son finalde müşahede ettiklerimizi siz sevgili okuyucularımızla paylaşmak istiyoruz. Zira oldukça ilginç bazı müşahedelerimiz oldu. Umarım bu yazıyı okuduktan sonra sizler de ilginç bulursunuz.

Ekim ayının 17. günü İstanbul’da düğünümüz vardı. Bundan beş yıl öncesinde İstanbul’un kalabalık sokaklarından ürkerek, önce Allah’a sonra da Allah yolunda hizmet eden cemaatteki anne, bacı ve kız kardeşlerimizin şefkatli yüreklerine emanet ettiğimiz kızımızın, Mehmet Kutlular Ağabeyin teşvik ve tavsiyesi ile, yine Allah yolunda hizmet etmeye kendini adamış bir evladımızla hayatını birleştirme yönündeki mutluluğunu paylaşmak için İstanbul’daki düğün törenine katılacaktık.

Bizler yorucu bir yolculuk için hazırlık yaparken Bediüzzaman Hizmet Tır’ının final gününün yine 17 Ekime denk gelmesi bize ayrı bir şevk verdi. Demek ki, iki düğünü bir arada yaşayacaktık. Birisi Üstadın, Risale-i Nurun ve bu güzel Hizmetin şölen ve düğünü, diğeri ise Bediüzzaman’a gönül vermiş, onun iman ve kuran davasına hayatlarını adamaya ahdetmiş iki hizmet ehlinin düğünü.

Hakikaten de öyle oldu.

İstanbul’a bir gün öncesinden intikal ettik. Ailecek bazı mühim yerleri gezdikten sonra istirahate çekilip ertesi günü beklemeye başladık. Zira ertesi gün iki düğün bizi bekliyordu. Yeni Asya’mızın misafirhanesinde ikamet ederken Hizmet Tır’ımızın Beyazıt meydanına intikal ettiğini daha geceden haber aldık. Doğrusu şimdiden bizi bir heyecan sarmıştı. Umut Yavuz kardeşimizden de Anadolu’daki izlenimlerini dinledikten sonra bir hayli sevinmiş, bu hizmete vesile olanlara dualar etmiştik. Heyecanla sabahı bekledik. Ve ertesi gün ailecek hazırlanıp Beyazıt meydanına geldiğimizde saat on gibi idi. Hizmet Tır’ımız tam da meydanın kuzey tarafına kurulmuştu. İstanbul Üniversitesinin tam önüne yani. Meydanda kardeşler koşuşturuyordu. Sandalyeler diziliyor, masalar düzenleniyordu. Ali Toker Ağabey genç bir delikanlı gibi, canlı ve heyecanlı bir şekilde programı organize ediyordu. Bizim radyo ötede hazırlıklarını yapıyor, ekranlar ve vericiler bu güzel günü aleme ilan etmek için hazırlanıyordu. Çadırın altında sabah erken gelen kardeşler oturup sohbet ediyorlardı. Bayan kardeşlerimizin gayretlerine bakılırsa bir de kermes hazırlığı göze çarpıyordu. Belli ki bu gün hem maddi, hem manevi karlı bir gün olacaktı.

Turistlerin ve yabancıların meraklı bakışları altında bir hareket, bir canlılık, bir koşuşturma bu büyük güne hazırlanıyordu. Her şey çok hareketli gibi görünmesine rağmen enteresan bir sükunet de vardı meydanda. Sanki Nurların dinlendirici ve huzur verici telkinatı meydana hakim olmuştu. Zahiren bir heyecan ve hareket, ancak ilginç bir düzen ve intizam hakimdi. Sanki İstanbul’un hali buraya da yansımıştı. Büyük bir hareket altında, ilginç bir düzen ve sükunet. Bizde bir köşede oturmuş, tüm bu halleri seyre dalmıştık. Bir ara bizim emektar video ile bu anı kayıt altına alalım diye düşündük. Video kameramızı hazırladıktan sonra, gezinti yaparak bu halleri kayıt altına lamaya başladık.

Hizmet Tır’ımızın tam önünde durarak arkasındaki İstanbul Üniversitesi kapısı ile birlikte önemli gördüklerimizi kaydetmeye başladık. Şöyle biraz geriye çekilip bütün manzarayı aynı kare içinde kaydetmeye çalışırken ilginç bir manzara ile karşılaştık. Allah, Allah bu nasıl bir garip tablo böyle. Acaba bu kasten mi böyle olmuştu. Kardeşler nasıl da böyle enteresan bir tablo teşkil etmişlerdi. Müşahede ettiğimiz manzara şöyle idi. Hizmet Tır’ı tam İstanbul Üniversitesi giriş kapısı önüne durmuştu. Biraz geriden bakıldığında sanki tır tam kapının önünde duruyormuş gibi bir hal vardı. Arkada ise iki büyük ve muhteşem bayrak dalgalanıyordu. Tam girişi kapsının sağında ve solunda. Al renge bürünmüş iki büyük bayrak… Aynı zamanda Hizmet Tır’ının da tam sağ ve sol cephesine düşüyordu bu bayraklar. İki büyük kan kırmızısı gül gibi, muhteşem bir manzara teşkil ediyorlardı. Hizmet Tır’ının tam üst ufkunda ise İstanbul Üniversitesinin giriş kapısı ve üzerindeki Fetih Suresinin 1. ve 2.ayetleri vardı. Ayetler durduğumuz yerden net bir şekilde okunuyordu. Ve enteresan olan ise ayetlerin manaları idi. “Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik…” “Allah sana, şanlı bir zaferle yardım etsin.(Fetih Suresi, 1-2)” mealindeki ayetler muhteşem bir şekilde Üstadın Hizmet Tırı Üstündeki resminin hemen üstünde arapça ibareleri ile açık bir şekilde okunuyordu. Bu garip ve ibretli manzara tesadüf olmazdı. Şehir İstanbul, dünyanın merkezi… Yer Beyazıt Meydanı İstanbul’un merkezi… Arkada ilmin ve fikrin en mühim kapısı, İstanbul Üniversitesi…. Kapının üzerinde Allah’ın müjde dolu fetih ayetleri. Ve tam önünde Bediüzzaman’nın muhteşem hizmeti ve onu temsil eden resmi ve şahs-ı manevisi.. Bu tablo muhteşem, muhteşem olduğu kadar ibretli, ibretli olduğu kadar da düşündürücü idi.

Zira Bedizüzzamn’ın cihanşümul davasına ilk set ve engel burada gözükmüştü. İman ve Kuran davasına engel olacak dört büyük dehşetli kumandanlardan birincisi burada faaliyete başlamıştı. Ecnebi eli ile Bediüzzaman’ın hayatına son verme girişimlerinin birincisi burada icra edilmişti. 31. Mart hadisesindeki Hurşit Paşa harp divanından söz ediyoruz. Üstat Divan-ı Harbde idamdan burada yargılanmış ve burada berat etmişti. ‘Yaşasın zalimler için cehennem’ sözü ile zalimin zulmünü burada aleme ilan etmişti. Ardında diğer üç büyük kumandanın zulmümü de tek tek alt ederek işte buraya gelmişti. İşte bu gün tüm engelleri aşarak buraya gelmişti. İstanbul’un tam kalbine, Beyazıt Meydanına…

Üstadın manevi şahsiyetinin 17 Ekim günü İstanbul’un tam orta yerinde aleme Kur’an ve İman davasını ilan ve neşretmesi, tam bir galibiyettir. Tam bir zaferdir. İmanın küfre karşı zaferi… İlmin cehle karşı zaferi, hakkın zulme karşı zaferi, Kur’an’ın dalalete karşı zaferi… Bu gerçekten de Allah’ın “Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik…” müjdesi ile ihsan ettiği bir zaferdir. Bizler orada bu hakikati tüm açıklığı ile gördük ve hissettik.

Bu hisler içinde hadiseleri müşahede ederken gazeteci kardeşimiz Umut Yavuz’a bu ibretli manzarayı gösterdik. Hatta bu konuda bir yazı yazabileceğini ve belki bir haber konusu olabileceğini de sözlü olarak ilettik. Ancak Umut kardeş tuhaf tuhaf yüzümüze baktı. “Abi bu sizin işiniz. Lütfen bu konudaki müşahedelerinizi siz kaleme alınız” dedi. Biz de kardeşimizi haklı bularak bu müşahedelerimizi siz sevgili okuyucularımızla paylaşmak istedik. Bu nedenle bu kısa yazıyı kaleme aldık.

Burada ifade etmeye çalıştıklarımız bir his ve temenniden ibaret değildir. Bir mübalağa hiç değildir. Biz hakikatin çok küçük bir bölümünü yazmaya çalıştık. Zira, yıllarca her tülü zulme uğrayan, onlarca kez zehirlenen, idamlardan yargılanan, davası uğruna o ilden bu ile sürülen, daima gözetim ve denetim altında tutulan, İslam davası için her türlü cefa ve ezaya karşı göğüs geren, bu gün bile dost ve düşman eli ile önü kesilmeye çalışılan Üstat Bediüzzaman gibi bir şahsiyetin şahs-ı manevisinin, İstanbul’un tam orta yerinde böyle bir manzarayı teşkil etmesi, İman ve Kur’an adına büyük bir fetihtir. Bu belki de İstanbul’un ikinci kez fethidir. Yani hadis-i şeriflerde işaret edilen zikirle, tespihle, imanla, nurla yapılan bir fetih.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*