Bediüzzaman Menderes’in şahsına mı oy verdi?

Fesübhanallah. Hiç umulmadık kişilerin ağzından “Bediüzzaman Hazretleri Adnan Menderes’e oy verdi” diye başlayıp: “Bediüzzaman Hazretleri hayatta olsaydı, bugün Tayyip Erdoğan’a oy verirdi” diye devam eden sözler işitiyoruz.

Üstad Bediüzzaman’ın hayatını ve bilhassa meslek-meşreb düstûrlarını az buçuk bilen bir kimse, bu tür isnat ve iddiaların gerçeği yansıtmadığını gayet iyi bilir. (Bilmeyenler varsa, bu yazıyı lütfen sonuna kadar okusun.)

Peki, bu bâriz ve zâhir hakikate binaen, bazı kimseler niçin aksi yönde beyanlarda bulunuyor?

Bunun muhtelif sebepleri olabilir. Fakat, öncelikli sebep kanaatimizce şudur: Siyasî taassup ve tarafgirlik. Lider sultasının estirdiği şiddetli rüzgâra kapılma, yahut kendini kaptırma çaresizliği. İktidar cenahıyla karşıtları arasında yaşanan dünyevî hedef ve menfaatlere dayalı ticarî, içtimaî, siyasî çekişme ve boğuşmalarda joker gibi, dolgu malzemesi gibi kullanılma acizliği…
* * *
Evet, dünya âlem şahittir ki, mevcut siyasî otorite ile eski müttefiki olan büyük bir cemaat arasında, bilhassa son zamanlarda şiddetli soğuk rüzgârlar esmeye başladı.

Öyle ki, her biri eline geçirdiği silâh ve mühimmatla diğerini vurup âdeta yerlebir etmeye çalışıyor.

Taraflar, sadece yerli silâhları değil, dünya çapındaki diplomatik ve uluslararası sair imkânları da seferber ederek, yek diğerinin sırtını yerine getirmek için canhıraş şekilde gayret gösteriyor.

Bu çatışmanın sonu nereye varır, şimdiden kestirmek zor. Biz, ancak meydân-ı zuhûra çıkan tablolara bakarak bazı tahlillerde bulunabiliyoruz.
Şüphesiz, birtakım projeksiyonlarla ileriye yönelik analizler yapmak ve bazı tahminlerde bulunmak da mümkün. Şimdilik, net bir şekilde gördüğümüz, duyduğumuz ve okuduğumuz bazı fotoğraf kareleri üzerinde durmayı tercih ediyoruz.
* * *
Mevcut iktidar—her seçim öncesinde olduğu gibi—üç buçuk ay sonra yapılacak olan mahallî seçimler için de, akıllara durgunluk veren bir tahşidatla, önceden planlamış olduğu çalışmaları yürütmeye devam ediyor.

Seçime endeksli bu tür çalışmalarda bulunmak, siyasî iktidarlar için bir cihette normal karşılanabilir. (Kabine üyelerinin çocukları ve aile bireylerinin imtiyazlı ortaklıkları ile ticaret ve işletme gibi faaliyetleri bahsimizden hariçtir.)

Ne var ki, bu kez, yani yaklaşan 30 Mart seçimleri öncesinde, daha evvel pek rastlanılmayan yeni ve çok farklı bir durum ortaya çıktı. O da şudur: On ikinci yılına giren siyasî iktidarın arkasındaki en kalabalık dinî grubun desteği—kısmen bilinen sebeplerle—zayıfladı; hatta, kimilerine göre bu destek tamamen kesildi veya kesilmek üzere.

Bu acı gerçeğin farkına varan iktidar cephesi, meydana gelen o derin boşluğu doldurmak maksadıyla kendince bazı tedbirler düşündü ve—tabiri câizse—joker arayışı içine girdi.

Tabiî, piyasada bu işi gönüllü olarak yapacak kimseler de vardı zaten.

Netice şu oldu: İktidardaki siyasî yapı, gömlek değiştirmeden evvelki yıllarda olduğu gibi, “Gömlek değiştirdim” dediği son 12 sene boyunca da hiç hatırlamadığı, hatırını saymadığı, hiç itibar göstermediği bazı muhterem zatları, son zamanlarda birden bire hatırlayıverdi.

Ardından, hemen bir kumpas kuruldu ve iktidarın borazanlığını yapmayı en büyük vazife telakki eden tv ekranlarından furya halinde boy göstermeler, ahkâm kesmeler başladı.

İşte, her yönüyle sırıtan o ahkâm kesmelerden biri de şu oldu: “1950’lerde Menderes’e oy veren Said Nursî, şayet hayatta olsaydı bugün Erdoğan’a oy verirdi.”
Esasen, o jokerleri ekranlara çıkaranların maksadı da buydu, böyle şeyler söylettirmekti.
* * *
Bediüzzaman Hazretleri, hayatının hiçbir devresinde şahıs endeksli bir siyaseti esas almadı ki… Kezâ, mektuplarında ve eserlerinde de hiçbir yerde şahsa özel bir siyaseti ders veriyor, yahut tavsiye ediyor değil ki.

Azıcık bir muhakeme ile hayatını inceleyen ve eserlerini mütalaa eden kimse görecektir ki, Üstad Bediüzzaman şahısları değil, daima ölçü ve prensipleri esas alıyor. Kişileri değil, daima misyonları nazara veriyor.

Bunun yanı sıra, Üstad,  kişiyi sevmenin, şahsa değer vermenin ayrı mesele, fikir ve misyonlara bakarak hareket etmenin ayrı mesele olduğunu her vesileyle ders veriyor.

Nitekim, kendisinin de eserlerinde ihdas etmiş olduğu aynı ölçü ve kıstaslarla hareket ettiğini görüyoruz.

İşte, bu noktada bize kat’i kanaat veren yaşanmış tarihî hakikatler.

• Osmanlı devrinde bazı ifrat ve tefrit ehlinin, şahsını sevmediği siyasilere bakarak hükümetleri “Haydo” ya da “Haydar Ağa” diye nitelemelerine mukabil, Bediüzzaman, daima vasatta gitmiş ve fikirleri aynı olup üyeleri değişen hükümetlere hep objektif bir nazarla bakarak daima “Haydar” demiştir.

•II. Meşrûtiyet’ten sonraki dönemde, komitacılık ruhunu hiç sevmediği iktidardaki İttihatçı kesimden Enver ile Niyazi Bey gibi zatları dostluk defterinden silmediği halde, muhalefeti temsil eden demokrat/liberal yapıdaki Ahrar Fırkasını desteklemekten çekinmemiştir. Yani, her iki tarafta da dostları olduğu halde, o fikir ve misyon noktasını nazar-ı itibara almıştır.

• 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının başında “merdane tavır sahibi” dediği dostu Kâzım Karabekir olduğu halde, bu siyasî harekete hiç meyil göstermemiştir. Zira, o gün itibariyle, meydanda kıymetli dostları olmakla beraber, bu hareketin hiçbir şekilde başarılı olma şansı bulunmadığı için ve daha önemlisi kendi hizmetini riske atmama maslahatıyla uzak durmuş ve tuzağa düşmemiştir.

• Bediüzzaman, 1924’teki tavrını 1930’da Serbest Fırka (SCF) hadisesinde de hiç bozmadan aynen devam ettirmiştir. Üstelik—20 sene sonra “İslâm kahramanı” dediği Adnan Menderes o partide aktif görevle bulunduğu halde, yine şahıs adına tavrını hiç değiştirmemiştir.

• Aynı Adnan Menderes, 1931 seçimlerinde Halk Partisinden aday olup milletvekili seçildiği halde, Bediüzzaman Hazretleri yine oralı olmamış ve tâ 1950’lere kadar da aynı dost şahıs hatırına herhangi bir siyasî tercihte bulunmamıştır.

• Nihayet, eski SCF’li ve CHP’li olan Menderes, ne  zaman ki, Üstad Bediüzzaman’ın tarifiyle siyaseten “Ahrar”ın misyon çizgisine yönelip dahil oldu, işte o zaman ona itibar gösterip destek verdi.

Bu da açıkça gösterir ki, Üstad Bediüzzaman’ın 1950’lerdeki desteği Menderes’in doğrudan şahsına değil, onun da dahil olduğu “Ahrar-Demokrat” gibi bir siyasî misyon hareketine ve hizmetinedir.

Bunun aksine olan iddialar hakikatle, hakperestlikle bağdaşmadığı gibi, yakın tarihimizde yaşanan gerçeklikle de kat’iyen örtüşmüyor, bağdaşmıyor.

Benzer konuda makaleler:

5 Yorum

  1. “Ahrar-Demokrat” gibi bir siyasî misyon u şuan hangi parti devam ettiriyorsa! biz de bilelim ona oy verelim Hocam. Acizane olarak derim ki; Hükümetlerin Yaptıkları İcraatlerin Ruhu İslama Uygun ise, Müslümanlar o icraatler vesilesiyle teneffüs edip hizmet ediyorsa o hükümetler desteklenmeli.İlla partinin isminin “Demokrat” olması önemli değil.Mesela sizin yukarıdaki yazınızda da geçtiği gibi sadece “AHRAR” veya “AKPAR” da olabilir.

    • Eğer AKP den demokrat olursa, deve tırnağından da gramofon iğnesi olur.

  2. herkes memlekette hakim olan kültürle yorumlar yapıyor hangisinin doğru olduğunu nasıl aloyacağız üstat ise zaman en büyük müfessirdir diyor bizim gençliğimizde ahrar diyenler ilam köyden birisi çıkacak diye yıllarca masallar anlatılar millet bu fikirleri çöpe attı üstadın syasi mektupları siyasi bir taraftarlıka yorumlanırsa yanlışlıklar olur. üstat asrın imamı olarak idarecilerin hepsine tebliğ görevini getirmiş bir hadisin hakikatını şu andaki olaylar ise türkiye ayağa kalkarken kökü dişarda dehşeti ifsat komiteleri kariştırıyor.

  3. ahmet kardeş hangi ölçülere göre ahrar olduğuna karar veriyorsan ona göre oyunu ver,vermeyene veya açık estek vermeyen insanlara yahudi ajanı muamelesi yapmak kimin haddine,ak partiye oy veren kardeşlere bizim birşey dediğimizi duydunmu,vermeyenlere neler dendiğini görüyoruz,sadece bizim yolumuz doğrudur deme hakkı kimsenin yok,bizde öyle demiyoruz zaten,şimdi hükümetle kanlı bıçaklı olan kardeşler,çok değil iki sene önce allah yeni asyacılara doğru yolu göstersin diyorlardı,şimdi bizde ne oldiii mi diyelim,ne ondan ne ondan.haktan yanayız diyoruz,hakkımız yokmu

  4. Haşa…Üstad Hazretleri kimsenin şahsına değil, “azam” şerrin karşısına dikilmiş ve “hürriyetçi” olan, “avam”ın ekseriyetinin desteklediği bir “kütle”vi siyasi harekete oy vermiştir. Gerçi Ankara’ya girmemesini isteyen polislere “O Din kahramanının hatırı için dönüyorum.” demiştir ama bu siyasi bir tavır değil şahsi bir duruştur. Bugün de olsaydı Risalede, bilhassa Son Verdiği Dersteki düsturlar muvacehesinde davranır ve “ergenekon” ya da daha vahim düşüncelerle bir olmuş azınlığın azığı -velev ki müsbet bile olsa- nı desteklemez ve destekletmezdi.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*