Bediüzzaman Müceddidlik cübbesini talebelerine giydiriyor

Bediüzzaman Hazretleri Mevlânâ Hâlid’in yüz yaşındaki cübbesinin kendisine intikal ettikten sonra sadece kendisi giymemiş, talebelerine de teberrüken giydirmiştir.

Bunu Şuâlar eserinde şu cümlelerle ifade ediyor: “Yüz yirmi yaşında bulunan Mevlânâ Hâlid’in (ks) cübbesini size bir gün göndereceğim. O zât onu bana giydirdiği gibi, ben de onun nâmına sizin herbirinize teberrüken giydirmek için hangi vakit isterseniz göndereceğim.”1

Buradan şunu anlayabiliriz. Bu cübbe sıradan bir cübbe olmayıp, bir müceddidlik nişânesi olarak müceddid-i ahirzaman olan Bediüzzaman Hazretleri’ne lâtif bir tevafukla intikal etmiştir. Bediüzzaman Hazretleri’nin zamanı ve asrı şahıs asrı olmayıp, şahs-ı mânevîlerin hükmettiği bir asır olduğundan, intikal eden müceddidlik cübbesi de Risâle-i Nur’un has şakirtlerin şahs-ı mânevîsini temsilen Bediüzzaman Hazretleri tarafından talebelerine de giydirilmiş olmalıdır. Demek müceddid-i ahirzaman vasfı şahs-ı mânevî ile devam ediyor denilebilir.

Bu noktaya Bediüzzaman Hazretleri şöyle işaret eder: “Evet biliniz, Denizli hapsinde Mevlânâ Hâlid’in (ks) cübbesini giyen zâtlar, sadâkat ve sebat etmek şartıyla, derecelerine göre kendi yerimde kabul edip vazifemi de onlara havale ediyorum, izin veriyorum.”2 Burası çok mühim ve bir o kadar da çokça tartışılan Bediüzzaman’dan sonra tekrar bir müceddid gelecek veya gelmelidir beklentilerine güzel bir cevap olmalıdır. Ayrıca “O zat (Bediüzzaman), hizmet-i îmâniye noktasında risaletin bir mir’at-ı mücellâsı ve şecere-i risaletin bir son meyve-i münevveri ve lisan-ı risaletin irsiyet noktasında en son dehan-ı hakîkati ve şem-i İlâhînin hizmet-i îmâniye cihetinde bir son hamil-i zîsaadeti olduğuna şüphe yoktur.”3 Bu ifadeler karşısında Bediüzzaman Hazretleri ise “O methi Risâle-i Nur Şakirtlerinin şahs-ı mânevîsi namına kabul ettim.”4 demiştir.

Son Şahitlerin Mevlânâ Hâlid’den Bediüzzaman’a intikal eden cübbe ile ilgili hatıraları:

Mehmet Feyzi Pamukçu anlatıyor: “Asiye Hanım (Mülazımoğlu), dedesi Küçük Âşık’ın Mevlânâ Hâlid Hazretleri’nden aldığı cübbeyi getirmişti. Cübbeyi yıkadım, suyunu kabristana döktüm. Hayatta iftihar ettiğim bir husus da budur.”5

Hafız Namık Şenel anlatıyor: “Bir gün Üstâd Hazretleri Emirdağ Camii’ne ikindi namazına gelirken bazı ihtiyarlar, Arap Ahmetlerin Koca, Kırlıoğlu Arif Ağa ve o emsal kişiler caminin şadırvanının başında, ‘Acaba Bediüzzaman’ın sırtındaki cübbe kaç senelik?’ diye kendi aralarında konuşuyorlarmış. Üstâd Hazretleri de geriden durup bunları yanına çağırmış. Ve o ihtiyarlara cübbesinin yüz senelik olduğunu söylemiş. Cübbeyi Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin emanet bıraktığını, onun torunlarının da kendisine hediye ettiklerini söylemiş.”6

M. Tâhirî Mutlu anlatıyor: “Kastamonu’da Üstâd’ın ziyaretine gitmiştim. Bastırdığım eserleri, İstanbul’da Sahaflar Çarşısı’nda bulduğum Lemeat’ı götürmüştüm. Çok sevindi, Lemeat’ı Sözler’in arkasına yazdırdı. Dersler yaptı. O günkü sevinç içinde, bana, Mevlânâ Hâlid Hazretleri’nin cübbesini giydirmişti.”7

Dadaylı Halit Bey(Halit Akmansü) Atâ Kulaksızoğlu’nun anlattıklarından naklediyor: ”Üstâd babama çok alâka ve iltifat ediyor: ‘Altı aydır bir hoca gelip beni ziyaret etmedi. Seni kardeş kabul ettim’ diyor. “Bir Kadir Gecesi, teberrüken Mevlânâ Hâlid Hazretleri’nin cübbesini giydiriyor.”8

İsmail Fakazlı anlatıyor: “Üstâd Bediüzzaman Hazretleri bizlere Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî’nin cübbesini giydirmek istiyordu. Cübbeyi tutan Nurlu Üstâd, Sadık Beye giymesini söylemişti. Ama Sadık Bey, Üstâd Hazretleri’ne karşı sonsuz hürmet duyguları içindeydi. Cübbeyi Üstâd’ın tutmasını istemiyordu. Üstâd, ‘Kardaşım Sadık Bey giy!’ diyordu. Ama Sadık Bey Üstâda olan hürmet duygularının ateşi içinde âdeta yanıyordu. Sonra Zübeyir Gündüzalp Ağabey, ‘Cübbeyi ben tutayım’ diyerek Nurlu Üstâd’ın elinden alıp cübbeyi kendileri tuttular. Cübbeyi önce Sadık Bey, sonra da ben giydim. “Üstâd bize tatlı ikram etti. Orada bulunan Zübeyir ile Ceylan abileri kastederek, ‘Ben bu tatlıları, bu oburlara versem, hemen bitiriyorlar’ diye lâtife yaptı. Oradaki hizmetkârlarına lâtifeler yaparak takıldı. ‘Bu oburlar hepsini bitiriyorlar’ dedi.”9

Vahdettin Gayberi anlatıyor: 1950 yılında Üstâdı ziyaret ettiğini söyleyen Vahdettin Gayberi Üstâd’ın huzuruna vardığında Üstâd’ın Urfa ile ilgili ifadelerini şöyle anlatıyor: “Urfa’yı, arkadaşları, Ceylan’ı ve dersleri sordular. Urfa’yı çok sevdiğini, arzuladığını, son ömrünü orada geçirmek istediğini ve Urfa’nın evliyalar şehri mübarek bir belde olduğunu, havasının da mübarek beldelere benzer bir iklime sahip olduğunu havi bir konuşma irad ederek ders mahiyetinde veciz ve çok edebi kelimelerle güzel bir konuşma yaptı. Üstâd’ın kendisine “Müceddidlik cübbesini emanet ettiğini” ise şöyle beyan ediyor: “Eşyamı Urfa’ya götürür müsün?’ diye sordular. “Memnuniyetle, başımın üstünde taşıyarak’ dedim. “Memnun oldular.”10

Vahdettin Gayberi bu ziyaretinden sonra Urfa’ya döndüğünü ise şöyle anlatıyor: “Emirdağ’dan arkadaşlar, beni yolcu ederken bir küçük balya ile bir de sepet verdiler, Urfa’ya getirdim. Ceylan çok sevindi, onu dikkatle koruduk, iyi muhafaza etmek için içine baktık. Bir yorgan, ince bir şilte ve bir cübbe; sepette ise semaver, demlik, birkaç bardak vardı. Üstâd Hazretleri’nin tıraşta kesilen saçları küçük çıkınlar içinde sarılıydı. Gerek eşyalar ve gerekse sepettekiler misk gibi kokuyorlardı. (Sonradan İstanbul’daki esansçılardan araştırdım, kokunun ismi Tefarik imiş. O gün, bugün dükkânımızda o kokuyu bulundururuz.) Yatağın içindeki ise meşhur Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî’nin cübbesi idi. Teberrüken sakladık. Sonra Abdullah Yeğin, sonra Hüsnü ve daha sonra Zübeyir Ağabey geldi. Seneler geçmişti, gelen emir üzerine eşyaları onlara teslim ettik.“11

Dipnotlar:
1- Şuâlar, 13. Şuâ: Denizli Hapsi Mektupları, Şuâlar, 2013, s. 494.
2- Gayr-i Münteşir, Muhtelif Lâhikalar.
3- Şuâlar, 2013, s. 1046.
4- Şuâlar, 2013, s. 1046.
5- Son Şahitler, 1993 Baskı, 2. Cild, s. 129.
6- Son Şahitler, 1993 Baskı, 4. Cild, s. 106.
7- Son Şahitler, 1993 Baskı, 1. Cild, s. 428.
8- Son Şahitler, 1993 Baskı, 2. Cild, s. 144.
9- Son Şahitler, 1993 Baskı, 3. Cild, s. 390-91.
10- Son Şahitler, 1993 Baskı, 3. Cild, s. 210.
11- Son Şahitler, 1993 Baskı, 3. Cild, s.211.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*