Bediüzzaman, nasîbi olan herkesindir

Bediüzzaman Sâid Nursî; ömrünü insanları Allah’a îmâna ve Kur’ân’a davet ederek geçiren büyük bir müceddid ve âlim. Bu yolda çok fazla eziyet görüyor, ancak hayatından hep râzı oluyor ve yaşadığı her zorluğu tevekkül ve sabırla karşılıyor.

Kur’ân tefsiri olan Risale-i Nur, Bediüzzaman’ın Allah’a olan derin imanının ve bağlılığının delili. O değerli insanın hikmetli açıklamaları, tefekkürleri, milyonlarca insana rehber olmuş ve olmaya devam ediyor.

Zamanında, bir haber onda büyük bir gayret ve hamiyet duygusunu uyandırıyor. İngiliz Meclisi Mebusan’ında Müstemlekat Nazırının, elindeki Kur’ân’ı göstererek söylediği, “Bu Kur’ân İslâmların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’ân’ı onların elinden kaldırmalıyız; yahut Müslümanları Kur’ân’dan soğutmalıyız” cümleleri onu müthiş etkiliyor. “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez mânevî bir güneş hükmünde olduğunu ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim.” diyor ve harekete geçiyor.

Özellikle son yüzyılda dünya ahiret dengesini sağlamada zorlanan insanlığa, bilimsel verileri de ortaya koyarak dengeyi sağlamalarında yardımcı oluyor. Bilimleri, kâinat kitabının tefsiri, Allah’ın kudretinin mucizelerini ortaya koyma yolu olarak görüyor.

“Ben îmânın cereyanındayım, karşımda îmansızlık cereyanı var. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum….” diyor Bediüzzaman.

“Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm (bencil) bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin îmânını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum” diyor.

“Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı namına, bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.” (Tarihçe-i Hayat, Tahliller)

Cennet sevdası ve cehennem korkusu ile hareket etmediğini ifade ediyor Bediüzzaman. Kâmil mü’minin hayat tarzı Allah’a îman ve itaattir, amacı yalnızca “Allah rızası”dır çünkü. O, “Eğer teveccüh-ü rahmet varsa, yeter… Hâlık-ı Zülcelâlin hususî iltifatını îmâ eden en gizli bir işarete, yüz bin can olsa ve fedâ edilse ve yüz bin sene ömür var ise o yolda sarf edilse yine ucuzdur” diyor, insanların teveccühünü, ilgisini, o teveccüh-ü rahmetin bir tecellîsi olarak görüyor.

Bediüzzaman’ın hizmeti imana hizmettir. Evrensel çağrısı hangi dinden ve düşünceden olursa olsun bütün insanlığadır. İnkâra karşı bütün din mensuplarının ortak hareket ederek mücadele vermeleri gerektiğine yöneliktir. İslâm âlemi içerisindeki bütün mezhepleri kucaklıyor, kapsıyor, birleştiriyor Bediüzzaman. İttihad-ı İslâm’ın, zamanın en büyük farz vazîfesi olduğu üzerinde ısrarla duruyor.

Şöyle söylüyor Üstad:

“İhfa, havf (gizlenmek ve korkmak); riyadandır. Farzda riyâ yoktur. Bu zamanın en büyük farz vazîfesi, ittihad-ı İslâm’dır. İttihadın hedef ve maksadı; o kadar uzun, münşaib, muhit, merâkiz ve maâbid-i İslâmiyeyi birbirine rabtettiren bir silsile-i nuraniyi ihtizaza getirmekle (pek çok kola ayrılmış, her yeri kuşatmış olan merkezleri ve İslâm’ın ibadet yerlerini birbirine bağlayan nurâni bir silsileyi mânen harekete geçirmekle) onunla merbut olanları ikaz (onunla birbirine bağlanmış olanları uyarma) ve tarîk-ı terakkiye bir hâhiş ve emr-i vicdanî ile sevk etmektir (yüksek bir medeniyet yoluna istekle ve vicdanın emriyle yöneltmektir). Bu ittihadın meşrebi muhabbettir (yolu sevgidir). Husumeti ise, cehalet ve zaruret ve nifakadır. Gayr-ı müslimler emin olsunlar ki, bu ittihadımız bu üç sıfata hücumdur (İttihad-ı İslâm; cehalete, fakirliğe ve nifaka/ikiyüzlülüğe karşıdır.) Gayr-ı müslime karşı hareketimiz iknâdır. Zîrâ onları medenî biliriz. Ve İslâmiyet’i mahbup ve ulvî (sevimli ve yüce) göstermektir.” (Hutbe-i Şamiye, s. 94)

Bediüzzaman, ittihad-ı İslam’ın gerçekleşmesiyle dünyanın huzur, güvenlik ve zenginliğe kavuşacağını müjdeliyor bizlere. Hayatı boyunca insanlığı, inkârın kıskacında soluksuz kalmaktan, şeytanî/deccâlî bataklıkta boğulmaktan kurtarma çabası içinde oluyor. “Bir tek gayem vardır” diyor Bediüzzaman On Dördüncü Şuâ’da yer alan, bazı bakanlıklara verilen geniş bir dilekçesinde: “O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses, âlem-i İslâmın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri îmansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücâdele ederek gençleri ve Müslümanları îmana dâvet ediyorum. Bu îmansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahedemle inşâallah Allah huzuruna girmek istiyorum. Bütün faaliyetim budur.”

O halde “Bediüzzaman kimin?” sorusunun mânâsızlığı açıktır.

Bediüzzaman, daha Birinci Söz’ün başında, “Hakikati nefsimle beraber dinle” davetine icabet eden herkesindir… Nasîbi olan herkesin…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*