Bediüzzaman, niçin “Ben aslen Ispartalıyım” diyor?

Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur Külliyatı’nın birçok yerinde Isparta ile ilgili izahatlar yapmaktadır. İlk önce 1926 Mayıs’ında Burdur’a, oradan da 25 Ocak 1927’de Isparta’ya nakledilir, sonrasında ise “Ücra bir köşede, mahrumiyetler, kimsesizlik ve gurbet hayatı içinde kendi kendine ölür gider” düşüncesiyle dağlar arasında tenha bir yer olan Isparta vilâyetine bağlı Barla nahiyesine gönderilmeye karar veriliyor.1

Bediüzzaman Hazretleri hayatının Üçüncü Said devresi olan 1953 senesi yaz aylarında Emirdağ’ından Isparta’ya tekrar gelir. Isparta’da pek çok sadık talebeleri olur. Daha evvel gönderdiği mektuplarında Isparta’yı taşıyla, toprağıyla mübârek olarak tavsif eder ve Risâle-i Nur’un zuhuru ve intişarıyla vücut bulan mânevî hayatının idamesine en kuvvetli medâr Isparta olduğunu beyan buyurur. Filhakika, Isparta, Üstâd’ın bu iltifatına lâyık olduğunu uzun senelerdeki hâdiselerin şehadetiyle ispat etmiş ve göstermiştir. Çünkü Risâle-i Nur’un birinci medresesi ve te’lif yeri olan Barla, Isparta’nın bir nahiyesidir. Risâle-i Nur’un büyük mecmuaları burada te’lif edilmiştir. Bu cihetledir ki Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri Isparta topraklarına çok ehemmiyet vermiş ve eserlerinde Isparta ile ilgili açıklamalarda bulunmuştur. Çünkü “Isparta Vilâyeti, sekiz seneden beri Risâle-i Nûr’un müellifini sînesinde saklamıştı ve Barla gibi şirin bir nâhiyesinde, Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve keremiyle muhâfaza etmişti. Bu müddet zarfında yavaş yavaş intişâr eden Risâle-i Nûr’dan, Isparta’da binler adam, îmânlarını takviye ettiler. Bilhâssa gençler pek çok istifâde ve istifâza ettiler.”2

Üstad Bedîüzzamân Hazretleri eserlerinde epey tahşidat yaptığı Isparta ile ilgili bir mektubunda da şunları yazmıştır:

”Aziz kardeşlerim,

“Ben, sizin yüzünüzden Isparta’yı ve havâlisini taşıyla, toprağıyla seviyorum. Hattâ diyorum ve resmen de diyeceğim: Isparta hükümeti bana ceza verse, başka bir vilâyet beni beraet ettirse, yine burayı tercih ederim. Evet, ben üç cihetle Ispartalıyım. Gerçi tarihçe ispat edemiyorum; fakat kanâatım var ki, İsparit nahiyesinde dünyaya gelen Said’in aslı buradan gitmiş. Hem Isparta vilâyeti öyle hakikî kardeşleri bana vermiş ki; değil Abdülmecid ve Abdurrahman, belki Said’i onların herbirisine maalmemnuniye feda eylerim.”3

Burada da geçtiği gibi Üstâd Hazretleri farklı bir noktaya ve hakîkate işaret etmektedir.

Bir başka eserinde ise “İki asker, kemâl-i sevinçle, gayet dostâne, ‘Sen Ispartalısın, bizim hemşehrimizsin’ derler. Üstâd da:

Ben de dedim: ‘Maaliftihar, her cihetle Ispartalıyım. Isparta taşıyla, toprağıyla benim nazarımda mübarektir, benim vatanımdır ve herbiri yüze mukabil, yüzer ve binler hakikî kardeşlerimin meskat-ı re’sleridir.’

“Evet, bu havaliye gelen Ispartalılar asker olsun, başkalar olsun, ekseriyet-i mutlakayla beni hemşehri biliyorlar. Hangisi benimle görüşüyor, ‘Sen Ispartalı mısın?’
“Ben de diyorum: ‘Maaliftihar, ben Ispartalıyım.’ Ve Isparta’da o kadar hakikî kardeşlerim ve akariblerim var ki, meskat-ı re’sim olan Nurs karyesine pek çok cihetlerle tercih ediyorum. Ve büyük Isparta’nın bir küçük evlâdı hükmünde olan Isparit nahiyemize, büyük Isparta’nın birtek köyünü tercih ediyorum. O kadar hâlis, kahraman kardeşleri bana veren Isparta, taşı da, toprağı da bana ve belki Anadolu’ya mübarek olmuş. İnşâallah hem Anadolu’ya hem âlem-i İslâma neşrettikleri Nur tohumları birer rahmete mazhar olur, sümbül verir. Hem gıda, hem ziya, hem deva olup mânevî galâ ve veba ve zulmü ve zulmeti dağıtır”4 denilmektedir. Bu mektupta da Üstad’ın Isparta ile ilgili hassasiyetini ve ısrarını te’yîd ettiğini görüyoruz.

Yine On Üçüncü Şuâ’da “Evet, ben üç cihetle Ispartalıyım. Gerçi tarihçe ispat edemiyorum; fakat kanaatım var ki, İsparit nahiyesinde dünyaya gelen Said’in aslı buradan gitmiş”5 diyerek kendisinin üç cihetle Ispartalı olduğunu söylüyor. Özellikle “İsparit nahiyesinde dünyaya gelen Said’in aslı buradan gitmiş” demesi çok ilginçtir. Bu ayrıntının Risâle-i Nur Külliyatı satırları arasına birkaç defa girmesi çok basit olmasa gerek!

O halde Bediüzzaman Hazretleri niçin “Ben aslen Ispartalıyım” diyor? Bu sözlerini eserlerine alarak talebelerine hangi mesajları vermek istiyor? Kendisinin “Tarihçe ispat edemiyorum” dediği Ispartalı oluşunu nazarlara sunmasının hikmeti nedir? “İsparit nahiyesinde dünyaya gelen Said’in aslı buradan gitmiş” derken hangi mes’elelere dikkat çekmeye çalışıyor? Acaba hakikaten tarihte böyle bir hâdise yaşanmış olabilir mi?

Yoksa Üstâd Hazretleri “Barla, ehl-i îmânın mânevî imdadına gönderilen Risâle-i Nur Külliyatı’nın te’lif edilmeye başlandığı ilk merkezdir. Barla, millet-i İslâmiyenin, hususan Anadolu halkının başına gelen dehşetli bir dalâlet ve dinsizlik cereyanına karşı, Kur’ân’dan gelen bir hidayet nurunun, bir saadet güneşinin tulû ettiği beldedir. Barla, rahmet-i İlâhiyenin ve ihsan-ı Rabbanînin ve lûtf-u Yezdânînin bu mübarek Anadolu hakkında, bu kahraman İslâm milletinin evlâtları ve âlem-i İslâm hakkında, hayat ve mematlarının, ebedî saadetlerinin medarı olan eserlerin lemean ettiği bahtiyar yerdir”6 tavsifindeki hakîkat cihetine bu asrın insanlarının nazar-ı dikkatlerini çekmek için mi Isparta ile ilgili tahşidatları yapmaktadır?

Elbette Üstad Hazretleri’nin yukarıdaki beyanâtlarından yola çıkarsak şöyle bir kanaat insanda hâsıl oluyor:

Üstad Hazretleri’nin dedelerinin Isparta’dan Bitlis’e göç etmiş olması ve aslen ve neslen Ispartalı olması uzak bir ihtimal değil?

Bu konuda Mufassal Tarihçe-i Hayat’ta şu açıklamalar yer almaktadır. Üstad’ın “Benim vatan-ı aslîm o Isparta olmak câizdir” ifadesi için birkaç ihtimal açıklanır. Bunlardan birincisi: “Türkler Anadolu’yu vatan ittihaz ettikten sonra, Anadolu’nun her tarafına yayıldıkları gibi, Isparta vilayetinin de yaylalarına yerleşen Türkmen ve Yörük aşiretlerinden birisi, Isparta’dan herhangi bir sebepten dolayı, ayrılıp gelip, Hizan yaylalarından biri olan mezkûr bölgeye yerleşmesi ve “Isparta” ismini de beraber getirip yerleştikleri bu bölgeye takmış olmaları… Sonra mürur-u zamanla “Isparta” ismi telâffuzda “İsparit” veya “İspairt” şekline dönüştüğü gibi, bu bölgeye yerleşen o Türkmen Yörük aşireti de, zamanla çevrenin tamamı Kürd olması yüzünden dillerini unutarak Kürtleştikleri ihtimalidir.”7 denilir.

İkincisi; İranlılar’ın Isparta civarını müstemlekelerine aldığı zamanlarda şark vilayetlerinden bazı aşiretlerin Isparta civarına yerleştirildiğinden bahsedilir. Bu aşiretler tekrar eski vatanlarına dönme ihtimali olduğu bildirilir. Böylece de “Isparta’dan ric’at eden bu aşiretlerin, döndüklerinde, Isparta ismini de beraberinde getirip, yaşadıkları bölgeye takmış olmaları, zamanla ‘Isparta’ ismi telâffuzda ‘İsparit’ veya ‘İspairt’ şekline dönüşmüş olması muhtemeldir.”8 denilir. İlgili bahis Mufassal Tarîhçe-i Hayat’tan daha detaylı okunabilir.

Bunlardan başka bir ihtimal; belki de Üstâd Hazretleri Isparta ve Barla’da te’lif edilen Kur’ân hakîkatlerinin ehemmiyetine binaen Isparta ve Barla’dan bahsederek hakîkat cihetiyle ben aslen Ispartalıyım diyor da olabilir. Çünkü “Belki muhtemeldir ki, o küçük Isparta’nın aslı, bu büyük Isparta’dan gitmiş. Benim vatan-i aslim, bu Isparta olmak caizdir. Hattâ Ispartalı kim olursa olsun, başkalara nispeten benimle ve Risale-i Nur’la fazla alâkadar görüyorum. Hattâ buradaki bütün zâbitan içinde biri müstesna, en ziyade bize ve Risale-i Nur’a ciddî alâkadar.”9

Üstad Bediüzzaman Hazretleri bir şey söylemişse mutlaka onun bir hikmeti ve hakîkati olmalıdır diyor ve Bediüzzaman araştırmacılarının bu konu üzerinde yapacakları çalışmaları bekliyoruz inşaallah!

Dipnotlar:
1- Tarihçe-i Hayat, s: 151.
2- Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 1. Parça: Güzel mektuplar ve parlak fıkralar ,Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s: 17.
3- Şuâlar, s: 295.
4- Kastamonu Lâhikası, s: 254.
5- Şuâlar, s: 295.
6- Tarihçe-i Hayat, s: 151.
7- Mufassal Tarihçe-i Hayat, Badıllı Abdülkadir,1988 basım, Cilt:1, s: 64, 65.
8- Mufassal Tarihçe-i Hayat, Badıllı Abdülkadir,1988 basım, Cilt: 1, s: 66.
9- Kastamonu Lâhikası, s: 206.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*