Bediüzzaman ve Basın

Kitle haberleşme araçlarının geliştiği, yaygınlaştığı, etkinleştiği bir çağda yaşıyoruz. Bediüzzaman’ın deyimiyle dünya ehlini bir meclisin âzâları hükmüne getiren basın1 sayesinde insanlar görüş ve düşüncelerini sür’atle yayabilmekte, birbirlerine ulaştırabilmektedirler.

Matbuât, neşriyat diye de anılan basın ve yayın günlük haberleri aktaran, yorumlayan gazetelerden tut, kitap, dergi, hatta radyo ve televizyona kadar birçok yayın organını içerisine almakta. Bunların herbiri kendi sahasında önemli ağırlıklara sahip.

Basın ve yayının üstünlüğü tartışma götürmez. Çünkü milletin aklı, gözü, kulağı ve dilidir.

O, en büyük güç kaynaklarından biridir. Dost da, düşman da o­nların güçlerinden faydalanmak isterler. İnsanlar üzerinde hâkimiyet kurmak isteyenler, o­nları iyiye de, kötüye de yönlendirmek isteyenler o­na başvurur.

Bu gücü yerinde kullanabilen milletlerin yükselmek haklarıdır.

Onlara gereken önemi vermeyen milletler itilip kakılmaktan, horlanmaktan kurtulamazlar.

İyiyi düşünen, iyiyi gören, iyiyi işiten ve iyiyi dile getiren basın ve yayın milletin gözbebeğidir. Toplumun hissiyatının tercümanıdır.

Günlük veya haftalık mesaj yüklü bültenlerdir basın ve yayın. Yeri gelince bazan bir kitap, bazan bir gazete, bazan bir televizyon büyük bir inkılâba sebep olabilir.

Bediüzzaman’ın, bu derece önemi olan basın ve yayına özel bir yer verdiğini görüyoruz. O, daha gençlik yıllarındayken bu etkin güçten faydalanmıştı. Bilhassa Volkan gazetesi İslâmın özellikleri ve İttihad-ı Muhammedî cemiyetiyle ilgili görüşlerini anlatmada güzel bir zemin olmuştu. Derviş Vahdetî’nin ifrat dolu, tahrik edici, kıştırtıcı yazılarına karşılık İslâmın güzellik ve yüceliğini gösteren mutedil, kaynaştırıcı ve müsbet yazılarıyla sevgi kuşakları meydana getiriyor, tebrik ve takdir topluyordu. o­nun İkinci Meşrutiyet yıllarında bir makalesiyle otuz bin kişiyi aynı düşünce etrafında topladığını da2 biliyoruz.

Bilhassa basın yoluyla İslâma hücumların yöneltildiği, şüphelerle zihinlerin karıştırılmaya, gerçeklerin ters yüz edilmeye çalışıldığı günlerde matbûâtın önemine dikkat çekerek “matbûât lisanıyla cevap verme” gereğinden söz etmişti:

“Âlem-i İslâmın bu mübarek vatanın ahalisine karşı, pek şiddetli itiraz ve ittihamlarını izale etmek için, matbûât lisanı ile konuşmak lâzım gelmiş, diye kalbime ihtar edildi.”3

Bu, aklın gereğiydi. Çünkü basın önemli bir silahtı. Bu silaha misliyle mukàbele etmek gerekirdi.

Bediüzzaman’ın binlerce sayfalık Risale-i Nur Külliyâtı ve o­nun gazete, dergi, radyo v.s. gibi diğer yayın organlarıyla ilgili görüşleri bu sahaya verdiği önemin bir belgesi değil midir?

DİPNOTLAR:
1. Muhakemat, s. 38.
2. Tarihçe-i Hayat, s. 229.
3. Emirdağ Lahikası, 1:90.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*