Bediüzzaman ve demokratlık

Türkiye’de demokratlar yok iken, Bediüzzaman demokrat idi. Ülkemizde demokrat ve demokrasinin esâmesi okunmaz iken, Bediüzzaman demokrasiyi savunuyor ve demokrat olduğunu bütün âleme ilân ediyordu.

Bir çok kimsenin demokratlığı, demokrasiyi ağzına almaya korktuğu bir zeminde, o her yerde demokratlığı ve demokrasiyi izah ediyor ve pervasızca müdafaa ediyordu.

O büyük insanın sergüzeşt-i hayatını bilenlerin malûmudur; Türkiye’de çoğu kimse hürriyetin, meşrutiyetin ve cumhuriyetin ne olduğunu bilmez iken, Bediüzzaman şark bölgesinin dağ ve yaylalarını mesken tutan bedevî göçerleri gezerek bu mefhumların faziletlerini ve güzelliklerini anlatıyordu.
1910’lara tekabül eden o tarihlerde Türkiye’de çoğu insan, mânâsını bilemediğinden “hürriyet, cumhuriyet, meşrutiyet” gibi terimlere, İslâma aykırı bulduğundan karşı çıkıyor; bu gibi terimleri, İslâmla, dinle kabil-i telif olmadığı gerekçesiyle peşinen reddediyordu.
Avâm halkın ötesinde, ulemanın büyük çoğunluğu da, Bediüzzaman’ın hararetle savunduğu ve aslında İslâmda var olan “hürriyet, demokrasi, cumhuriyet” fikirlerine şiddetle karşı çıkarak, bunların dinde yerinin olmadığını savunuyor ve çevrelerine anlatıyorlardı.

İşte Bediüzzaman tek başına da olsa, bütün âlem karşı da çıksa, demokratlığın ve demokrasinin dinimizde önemli bir yeri bulunduğunu, her mü’minin aynı zamanda birer demokrat olması gerektiğini ve cumhuriyete, demokrasiye sahip çıkması gerektiğini telkin ve tavsiye ediyordu.
Yazımızın başında, ortalıkta hiç bir demokrat insan olmadığı bir zamanda Bediüzzaman bu fikirleri serbestçe savunuyordu dedik.
Bediüzzaman bu fikirlerine Kur’ân ve sünnetten deliller getirerek, Hz. Peygamberin (asm) vefatından sonraki Hulefa-i Râşidînin idare şeklini örnek göstererek, bugünkü söylediklerinin aslında yeni bir fikir olmayıp, çok eskilere dayandığını, yani bazı kesimlerin şiddetle karşı çıktığı bu fikirlerin İslâm’ın özünde bulunduğunu serbestçe anlatıyordu.

Daha sonra da Osmanlı’nın son devirlerindeki “Ahrarlar” fırkasının da bu meyanda, bugünkü deyimiyle demokrasiyi ve hürriyeti savunduğundan bahsediyor Bediüzzaman.

Bütün bunlar gösteriyor ki, Bediüzzaman başından beri gerçek bir demokrasi kahramanıydı.
Hemen belirtmekte fayda var; Bediüzzaman’ın İslâm namına sahiplenerek savunduğu, izah etmeye çalıştığı demokrasi, hâl-i hazırda yaşanan demokrasi değildi. o­nun ısrarla müdafaa ederek, insanlarımıza telkin ve tavsiye etmeye çalıştığı meşrutiyet ile, diğer bir tâbirle cumhuriyet ile, ismi cumhuriyet, lâkin tatbikatı istibdat olan idare tarzının yakından, uzaktan bir alâkası yoktu.

Öte yandan, demokrat siyasilerin, Bediüzzaman’ın çok eskiden beri savunduğu fikir ve düşüncelerini benimseyip, o doğrultuda siyasî arenadaki yerlerini almalarından sonradır ki, Bediüzzaman da o­nlara açıktan destek vermekte bir beis görmemiştir.

Yani demokratlar Bediüzzaman’ın hak ve hürriyetler, fikir ve düşünce serbestisi, her türlü istibdat ve keyfilikten uzak bir idare tarzını meslek edinip, o yöndeki düstur ve tavsiyelerine kısmen de olsa kulak verip uydukları için, Bediüzzaman ve talebeleri de o­nlara reyleriyle ve duâlarıyla yardımcı oldular.

Çünkü demokratlar meydanda yok iken, Bediüzzaman demokrat idi ve demokrasinin en kâmil mânâda işlemesi için, yıllar önceden mücadele ediyordu.
O bir mahkemede, mahkeme heyetine, “Yaşlı mahkeme reisinden başka, sizler daha dünyada yokken, ben dindar bir cumhuriyetçiydim” dediği gibi, birçok demokrat zevat dahi dünyaya gelmeden, Bediüzzaman hakîkî bir demokrattı..

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*