Bediüzzaman ve Kuleönü’lü Hafız Mustafa

Kuleönlü Hafız Mustafa Hulusi, bir kaç haftadır odasına çekilip bir şeyler okuyup yazmaktaydı. Hazine bulmuş gibi neşeli hareketleri, hanımının dikkatini çeker. Bazı geceler yakın arkadaşları evine geldiğinde getirdiği kâğıtlar üzerine saatlerce konuşurlardı.

Hafız Mustafa’nın hanımı, kocasındaki bu değişikliğin sebebini merak eder. Kendisiyle eskisi gibi konuşmayan kocasıyla aralarına görünmez bir duvar örüldüğünü hisseder. Bir akşam Hafız Mustafa kâğıtların içine gömülmüşken hanımı odasına gelir, Mustafa’ya seslenir. Hafız Mustafa sanki uykudan uyanmış biri gibi tuhaf tuhaf ona bakar ve: “Ne var hanım?” der. Hanımı: “Mustafa, birkaç haftadır senin hal ve hareketlerinde değişiklikler görüyorum. Sana ne oldu böyle? Seni çoğu zaman mutlu ve sevinçli bazen de dalgın görüyorum. Mustafa, seni böyle değiştiren nedir? Olan bitenle ilgili bir şey söylemeyecek misin? Sanki bu dünyada değil de başka bir âlemde yaşıyor gibisin” der. Hafız Mustafa gülümsedi. Durgun, dalgasız bir yüzle önce yutkundu, sonra gözleri ışıl ışıl parladı. Yüzü mutluluktan bir gül yaprağı gibi masumlaştı ve kelimeler ağzından döküldü: “Hanım, bundan birkaç hafta önce bir zatla tanıştım” dedi. Hanımı: “Ee ne var bunda?” dedi. Mustafa: “Bu zatla tarifi imkânsız bir zaman geçirdim. Bu zata önce abdest ve namazla ilgili sorular sordum. Ardından o konuşmaya başladığında sohbetinin gökyüzünden yağan yağmur taneleri gibi şefkatle ruhuma dokunduğunu hissettim. Onunla konuştukça kalbimde küflenen yaraların tedavi olduğunu anladım. Kara bulutlarla dolmuş gökyüzü gibi olan kalbim ve aklım sohbetten sonra bulutsuz berrak bir gökyüzüne dönüştü. Bu zata ‘Bediüzzaman Said Nursî’ diyorlar.” dedi.

Yeğeni Abdurrahman’ın vefatı onu çok üzmüş. Bu sebepten Barla’nın dere ve dağlarını yalnız başına geziyor. Vefat eden yeğeni Abdurrahman daha 28 yaşlarında gençten biriymiş. Bu birkaç hafta içinde Bediüzzaman’a çeşitli sorular sordum. Ondan çok değişik ve farklı cevaplar aldım. O zat beni kendine yakın hissetmiş olacak ki bana: “Seni Abdurrahman’ın yerine talebe olarak kabul ettim!” dedi. O kadar mutlu oldum ki sevincimi anlatamam. Beni yeğeni Abdurrahman’ın yerine kabul etmesi, bana verdiği değerden olduğunu biliyorum. Bana yazdığı kitaplardan birini okumam için verdi. Kitabı okuduğumda, yıllardır zihnimde çözemediğim soruların cevaplarını buldum. Kitapları okudukça gece beni uyutamayan şüphelerim bir sis bulutu gibi uçup gitti. Bu kısa sürede okuduğum kitaplar sayesinde kendimi yirmi sene medresede ders görmüş bir talebe gibi yeterli görmeye başladım. Geçenlerde yanıma arabiyat dersi okutan hocalardan biri geldi. Benimle yaptığı sohbetten sonra bana hayretler içinde kaldığını söyledi. Bu hoca, Mürşid-i kâmil terbiyesi görmüş biriyle yaptığım bir sohbette benden işittiği kelimeler karşısında bana: “Bu ne muazzam sözler!” dedi. Artık çok değerli hocalar, iki diz üzerine oturup bana: “Risale okuyuver!” diyorlar. Hanım, ben yıllardır aradığım hazineyi buldum! Bazen hâlâ rüyada mıyım diye bu gördüklerime inanamıyorum. Bu gün ne oldu biliyor musun? Bediüzzaman Hazretleri Sallabacak olan lâkabımı değiştirerek: “Bundan böyle senin lâkabın Sarıbıçak’tır.” dedi. Ayrıca yeğeni Abdurrahman’a verdiği Risaleleri yazma görevini bana verdi. Hanım! Sana söylüyorum bundan daha büyük saadet olur mu?

Bediüzzaman Hazretleri, Sofuoğlu Mübarek Hafız Mustafa Hulusi Sarıbıçak’ın ( Ertürk) çalışkanlığını ve samimiyetini gördükten sonra onu mübarekler heyetinin ilk temsilcisi yapar. Hafız Mustafa’nın ismi, Risale-i Nur’da Mübarek Mustafa olarak geçer.

Hafız Mustafa, bazı geceler sohbete gittiğinde eve geç geldiği olurdu. Hanımı, Hafız Mustafa’nın geç kaldığı gecelerde ‘ya Risale yazıyordur ya da yeni gelen bir Risaleyi okuyordur’ diye düşünürdü. Hafız Mustafa o gece eve dönmez. Hanımı, Kule önündeki akrabalarına, komşulara Hafız Mustafa’yı sorar; ama ondan hiçbir haber alamaz. Hanımının yüreğine bir korku düşer. Karanlıkta kandilsiz kalmış gibi kendini sahipsiz hisseder. O gün akşama kadar kapı kapı dolaşarak ondan bir haber bekler. Gece olunca korku ateşi, içindeki kızgın bir demir gibi sabaha kadar üzerine saldırır. Ondan günlerce haber alamaz. Evde zor günler için biriktirdikleri parayı alarak Isparta’ya gider. Orada Hafız Mustafa’yı sorup soruşturduğunda onun Bediüzzaman Said Nursî’yle beraber tutuklandığını öğrenir. Isparta çevresinden 120 kişinin tutuklandığını ve Eskişehir Hapishanesi’ne götürüldüğünü öğrenir. Hafız Mustafa’nın hanımı 1935 yılının Mayıs ayı başında yola koyularak zahmetli bir yolculukla akşam saatlerinde Eskişehir’e varır. Cezaevine gider ve Hafız Mustafa’yı görmek ister; ancak görüşmenin gündüz saatlerinde olabileceğini öğrenir. O geceyi otelde geçirmenin uygun olmayacağını düşünür. Geceyi korunaklı bir duvar dibine sığınarak geçirir. O gece korku, ayaz ve kimsesizlik üç başlı ejderha gibi ona saldırır. Sabahın ilk ışıklarıyla ceza evinin kapısında eşini görebilmek için sıra bekler. Bu görüşmede Hafız Mustafa’nın iyi olduğunu görür ve durumun ne olduğunu öğrendikten sonra Kuleönü’ye geri döner.

Hafız Mustafa’nın cezası biter ve eve döner. Ömrünün bütün zamanını Risale yazarak ve okuyarak geçirir. 1905 yılında Kuleönü’de doğan Hafız Mustafa 1955 yılında Kuleönü’de vefat eder. Kuleönlü Mübarek Hafız Mustafa Sarıbıçak, mübarekler heyetinin ilk temsilcisi olarak samimiyet ve sadâkatiyle zihinlerde ve gönüllerde yer etmiştir.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Selamün aleyküm kardeşim Kuleönlü Hafız Mustafa ile Sarıbıçak Mustafa farklı kişilerdir ikiside kuleönlüdür Fakat aynı kişiler değildir.Lemalar Osmanlıca nüsha sahife 257 1.haşiyede İşte Mustafa’nın küçük kardeşi olan küçük Ali kendi güzel sıhhatli kalemiyle yedi yüzden ziyade nur Risalelerini yazmakla tamamiyle bir fiil Abdurrahman olduğu gibi müteaddid Abdurrahmanlarıda yetiştirdi diyor burdan anlıyoruz ki Küçük Ali Sarıbıcak Mustafa’nın kardeşidir .Risalelerde Geçen Hafız Mustafa (Ertürk) Şuan Hayrat vakfı başkanı Hafız Hacı Said Nuri Ertürkün Babasıdır .Acizane bildireyim dedim Allah’a emanet olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*