Bediüzzaman zaten yaşıyor

“Bediüzzaman yaşasaydı” diye başlayan cümleler baştan yanlış kurulmaktadır. Zira Bediüzzaman Hazretleri zaten yaşamaktadır. Risale-i Nur yaşadığı müddetçe, Bediüzzaman yaşıyor demektir.

Bugün Risale-i Nur’dan istifade eden pek çok cemaat ve şahıs bulunmaktadır. Bunların hepsi Nurcu olmasalar da, Nurlardan hisse alır, yeri geldiğinde Risale-i Nur’u ve Bediüzzaman Hazretlerini referans gösterirler. Dinî, içtimâî ve siyasî olaylar karşısında yol ve yön arayanlar, tuttukları yolun ve gittikleri istikametin doğru olduğuna inananlar, kendi istikametlerinin doğruluğuna başkalarını da inandırmak için en çok şu ifadeyi kullanırlar: “Bediüzzaman Hazretleri yaşasaydı o da böyle yapardı.” Bir başkası, tam aksi yönde bir iddiada bulunarak, “Hayır böyle yapardı” şeklinde polemiklerle Üstad Hazretlerini kendi düşüncelerine göre konuşturuyor.

Risale-i Nur hizmeti, Kur’ân hizmeti olduğundan, dinamik bir hizmettir. Kur’ân-ı Kerîm yaşayan bir kitap olduğuna göre, onun manevî bir mu’cizesi olan Risale-i Nur da yaşayan bir külliyattır. Dolayısıyla, Bediüzzaman Hazretleri de Risale-i Nur’da yaşamaktadır. Bu yüzden “Bediüzzaman yaşasaydı” diye başlayan cümleler baştan yanlış kurulmaktadır.

Bediüzzaman zaten yaşamaktadır. Risale-i Nur yaşadığı müddetçe, Bediüzzaman yaşıyor demektir. Zaten manevî tasarrufu devam eden birkaç Allah dostundan birisi de âhirzaman müceddidi Bediüzzaman Hazretleridir. Onunla görüşmek isteyen, hangi konuda nasıl bir davranış göstereceğini merak eden, Risale-i Nur’u bir bütün olarak okusa ve anlasa yeter. Orada her müşkülü halledecek reçeteler mevcuttur.

Bediüzzaman da Risale-i Nur’a bağlıdır. Tarzını, istikametini, mesleğini meşrebini Risale-i Nur’dan almıştır. Kendi yazdığı bir eseri herkesten fazla kendisinin okuması ve “Elhamdülillah çok istifade ettim” demesi, bunun bir göstergesidir. O yüzden Bediüzzaman Hazretleri kendisi bile bu eserler üzerinde fazla bir tasarruf sahibi olmadığını ifade etmektedir.

Hazret-i Âişe validemize, Peygamber Efendimizin (asm) nasıl bir ahlâk sahibi olduğu sorulduğunda, “Siz hiç Kur’ân okumuyor musunuz; onun ahlâkı Kur’ân’dı” şeklinde cevap verdiği gibi, Bediüzzaman Hazretleri hakkında da nasıl bir meslek ve meşrepte olduğunu merak edenlere, “Siz hiç Risale-i Nur okumaz mısınız?” diye sormak lâzım. Zira Bediüzzaman Hazretleri de yaşayan bir Risale-i Nur’dur. Samimiyet ve sadakatle Nurları okuyanlar, doğru istikameti ve muktesit mesleği orada bulacaklardır.

Kendine bir ölçü, rehber ve model arayanlar, Risale-i Nur’u bir bütün olarak kabul edip okumalıdırlar. Eserlerin bazılarını okuyup istifade ederken, bir kısmını atlamak, Bediüzzaman’ın da bazı hususiyetlerini atlamak demektir. Onu eksik veya yanlış tanımak olur. Eksik tanınan bir şahsiyet, yanlış değerlendirilir. Mahiyeti, gayesi ve hizmeti tam olarak anlaşılmaz. Ondan sonra da herkes kendi anladığı ve işine geldiği şekilde bir Bediüzzaman tarifi yapar.

Mesnevî-i Nuriye’de ve 25. Söz’de verilen güzel bir misâl, Üstâd Hazretlerinin şahsiyeti ve mahiyetinin anlaşılması hususunda geçerli olabilir. O misalde, deniz dibinde bulunan büyük bir defineyi elde etmek için birkaç gavvas (dalgıç) gözleri bağlı olarak deniz dibine dalarlar. Birisinin eline uzunca bir elmas, birisinin eline kürevî (yuvarlak) bir yakut, ötekilerinin eline de başka kıymetli parçalar geçer. Her birisi kendi elindeki parçanın definenin tamamı olduğuna hükmeder. Gözü açık olarak dalan bir dalgıç ise, definenin tamamını görür, mahiyetini tam olarak anlar.

Bunun gibi, Bediüzzaman Hazretlerinin her eserinde şahsiyetinin ve mahiyetinin kıymetli bir parçası mevcuttur. Eserlerinin tamamını okuyanlar ancak onun hakikî mahiyet ve şahsiyetini tam olarak anlayabilirler. İşte o zaman kendilerine tam ve doğru bir rehber bulmuş olurlar. Bunun için de ilk dönem eserlerinden, en son mektuplarına kadar her eserini okumak ve anlamak, oradaki hakikatleri kabul edip, sadakatle onun yolunu takip etmek gerekmektedir.

Risale-i Nur mesleğinde sadakat ve samimiyet deyince, ilk önce Zübeyir Gündüzalp akla gelir. O Bediüzzaman Said Nursî’de ve Risale-i Nur’da fani olmuştu. Zübeyir Gündüzalp her hâl ve şartta Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu Risale-i Nur’un meslek ve meşrebinin muhafazası ve devam ettirilmesi için azamî gayret ettiğini şu sözlerinden anlamaktayız: “Üstadımız ölmüş olsa ve tekrar gelse ‘Zübeyir, ben bu Risale-i Nurları yanlış yazmışım. Şöyle olsa çok daha iyi olurdu’ dese, ben Risale-i Nur’dan aldığım hizmet istikametiyle Üstadımın elini öperim. ‘Üstadım, sana hürmetim sonsuz. Emret senin için öleyim! Fakat ben bu şekilde hizmet edeceğim’ der, yoluma devam ederim.”

İster imanî, ister içtimaî ve siyasî olsun, her konuda her zaman doğru istikameti Risale-i Nur ışığında bulmak mümkündür. Zira Risale-i Nur’da ifade edilen “Kur’ânî hakikatler”, her zaman için geçerlidir. “O zaman öyleymiş, ama şimdi devir değişti, artık bazı meselelerde şöyle yapmak lâzım” şeklindeki tâdilat, Risâle-i Nur’a ihanet anlamına gelir. Buna da Bediüzzaman Hazretleri Divan-ı Harb-i Örfî’de şöyle işaret etmiştir:

“Gazetelerde neşrettiğim umum makâlâtımdaki umum hakâikte nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mâzi cânibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletnâme-i Şeriatla dâvet olunsam; neşrettiğim hakâiki aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa, o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim. Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidât-ı ukalâ mahkemesinden tarih celbnâmesiyle celp olunsam, yine bu hakikatleri, tevessü ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim.” (Divan-ı Harbi Örfî)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*