Bediüzzaman’a… Şükranla…

Tevhid’i en iyi Hint Okyanusu’nda gördüm…

RAHMETLİ Cahit Zarifoğlu Ağabey, gemiyle geçtiği Atlantik Okyanusu’nun ruhunda estirdiği fırtınayı ve ürpertiyi ne kadar muhteşem bir dille tasvir etmişti bize…

Bendeniz de bu yazıda, hayatın temeli ve yegâne hakikati tevhid’i Hint Okyanusu’nda nasıl gördüğümü anlatmak istiyorum size… ‘dil’im döndüğünce…

Zenzibar Adası’nın karşısında tarihî bir işkence hapishanesinin bulunduğu, adına İşkence Adası denen adadan dönüyoruz ‘Gladiator’ (pehhh!) adlı minik teknemizle…

Bu satırları, Hint Okyanusu’nun -şimdilik- sâkin dalgaları üzerinde yol alırken yazıyorum bu küçük teknede. Ortalama 10-12 kişilik bir tekne bu. Biz 6 kişilik İHH kafilesi, mihmandarımız Zenzibarlı Faruk Hamis kardeşim ve kaptanımızla birlikte toplam 8 kişiyiz.

HİNT OKYANUSU’NUN SUNDUĞU ‘TABLO/LAR’…

Okyanus; renklerinin, sularının hareketlerinin ve (gökyüzünün apayrı dünyaları resmeden, sanki biraz yaklaşıldığında bize inanılmaz hazineler keşfedeceğimiz hissi veren apaydınlık, bembeyaz eldeğmemiş bâkire tablolarını andıran) bulutların dansıyla Cosntable’ın, Turner’ın izlenimci manzara resimlerini çağrıştırıyor bir anda, bana.

Hint Okyanusu’nun suyu masmavi ama… Gök mavisi… Bauhaus mavisi… Constable’ın, Turner’ın tabloları gibi fırtınalı ve silik turkuaz mavisi değil.

Güneş var havada. Dünkü öldürücü sıcak yok ama. Muson yağmurları mevsimindeyiz çünkü. Yoğun, bardaktan boşanırcasına yağan yağmurların hükmünü icra ettiği sağanak yağışlar mevsiminde.

RÜZGÂRIN MUHTEŞEM SEMA/VÎ DANSI

O yüzden güneş etkisini pek göstermiyor. Ama insana şifa veren, insanın içini serinleten üfül üfül esen rüzgârla birlikte, okyanusun sâkin dalgalı sularında kendinden emin bir sükûnetle ve dinginlikle dans eden güneşin ışıklarının, ışık oyunlarının eşliğinde yol alıyoruz okyanusta…

Vakit öğle vakti. Güneş tam tepede. O yüzden esen rüzgâr, güneşin sert ışıklarını ve ısısını okyanusun dalgalı sularında eritiyor… Rüzgâr, bir kez daha yerle gök arasındaki, bu kez bulutlu ve güneşli gökle göğün yansıması, biraynası gibi gözüken suyun izdivacına, bütünleşmesine aşı yapıyor… ve ruh üflüyor adeta.

Hint Okyanusu’nun bu inanılmaz estetik su, rüzgâr ve sema dansı, Turner’ın ve Constable’ın doğa tablolarındaki fırtınadan iz, eser taşımıyor. Hint havzasının insanının sıcaklığının, dervişliğinin, mistikliğinin, sâkinliğinin, derûniliğinin kaynağı, bana öyle geliyor ki, bu muazzam ve serinletici, insanın içini aydınlatıcı ve bedenini şifalandırıcı su, rüzgâr ve sema dansının bir yansıması sanki…

Ufukta gökle suyun buluşması, daha doğrusu bulutlarla Hint Okyanusu’nun mavi, masmavi sularının kaynaşması, yerle göğün ufuklarının buluşması ve kaynaşması aslında. Dışarıda, en dışarıda, ufukta, en uzak noktada gördüğüm/üz bu harikulâde, olağanüstü manzara, aslında insanın içini, en derûnunu, iç dünyasının labirentlerini onaran şifa dolu, lütufkâr bir ‘dalga’ işlevi görüyor adeta…

Aslında Okyanus’ta tanık olduğum manzara, yerle göğün, denizle bulutun gerçekte birbirinden uzak dünyalar olmasına rağmen, en uç noktada, ufukta, ufukların buluşmasına dönüşmesi, insanın, gerçekte, yerle gök, suyla bulut arasındaki irtibatı kopmaz bir şekilde taşıdığını / yansıttığını gösteriyor.

Yerle göğün, suyla bulutun aslında birbirinden gelmeleri, birbirini varetmeleri, birbirine hayat bahşetmeleri, birbirinin ayrılmaz parçaları olmaları gibi insanın dış dünyası (bedeni) ile iç dünyasının (ruhunun) nasıl birbirinden ayrılamaz tek bir hakikatin izdüşümleri, tezahürleri, yansımaları olduğu gerçeğini bihakkın ve bilfiil hatırlatıyor insana…

YİNE RÜZGÂR, YENİDEN RÜZGÂR

Rüzgâr, Allah’ın rahmeti gereği varlığa lûtfettiği, ihsan ettiği melekûtî âlemden gelen hem aradaki bağ, hem de aradaki bağlantıyı kuran canlı bir ‘aktör’, şaşmaz bir bağlantı vasıtası: Hem gökle yer, bulutla (‘ufuk’la) deniz, hem de insanın dış dünyası ile iç dünyası arasındaki bağlantıyı kuran sağlam bir bağlantı anahtarı…

Kâinâta da, hayata da ‘can veren’, ruh üfleyen, aşı yapan ilâhî bir bağ rüzgâr. Aradaki irtibatı rabıtaya dönüştüren bir ribatın / bağlanmanın, yolculuğun kaynağı.

İşte bunu en iyi burada, Hint Okyanusu’nun ortasında gördüm… ‘Gördüm’ ne kelime; bizzat görüyorum şu ân gözlerimle… yaşıyorum… iliklerime kadar hissediyorum, soluyorum bütün ruhumla ve bedenimle…

BEDİÜZZAMAN’A… ŞÜKRANLA…

Bu hakikati, bendenize bütün derinliğiyle keşfettiren Bediüzzaman Hazretleri’ni bütün içtenliğimle saygıyla hatırlıyor ve şükranla anıyorum.

Tekvînî âyetin (kâinâtın tekevvün / olu- ş-um) hâllerinin, tenzîlî âyetin (kün emriyle emredilen varoluş ve hayat ilkelerinin) en iyi aynası, en su katılmamış yansıması, hem en sade, hem de aynı anda en derûnî tesisi ve tefsiri olduğunu en mükemmel, en sarsıcı ve en sarıp sarmalayıcı dille ve ruhla üstad hazretleri gösterdi bize çünkü.

OKYANUSTA TEVHİD’İN HÂLLERİ

Evet, tevhid’i hem bütün sadeliğiyle, hem de bütün derûnîliği ile Hint Okyanusu’nda gökle yerin, bulutla suyun tek bir noktada, ufuk çizgisinde, nihâî noktada buluşmasında gördüm bilfill ve bilkuvve.

Nihâî noktanın, buluşma noktasının, kalkış ve varış noktasının tevhid olduğunu, her şeyin hayatının medcezirli, gelgitli bir çizgiden ibaret olduğunu, inişli-çıkışlı, gidişli-gelişli böylesi bir çizgiyle resmedilebileceğini ve remzedilebileceğini Hint Okyanusu’nda gördüm bilhâl.

Dâire, çizgi ve nokta: Hakikatin su, rüzgâr ve bulut arasındaki dansının oluş ve varoluş, hakikati hatırlayış ve hatırlatış hâlleri olduğu gerçeğini bütün gerçekliğiyle burada, Hint Okyanusu’nda gördüm… Görüyorum şu ân…

HAYAT DENEN BİLEŞKE…

Hayatın, iç ve dış dünyaların terkibinden, -belki de daha doğrusu- bileşkesinden oluştuğunu en iyi burada gördüm. İç dünyanın, sonsuz derinlikte bir denizi, bir ummanı, bir okyanusu andırdığını, bizim gördüğümüz şeyin deniz, umman veya okyanus değil, bütün bunların yüzeyi olduğunu burada gördüm yine…

Gökyüzünü dolayısıyla insanın dış dünyasını yansıtan ummanda, okyanusta yüzeyde görünen şeyin yüzeyden ibaret olduğunu, denizin, ummanın, okyanusun hakikatinin derinlere dalındığında keşfedilebileceğini en iyi burada gördüm…

İşkence Adası’nı anlatacaktım aslında. Ama Okyanus, uyandırdı, gördüğüm manzara karşısında ayağa kaldırdı ve kendime getirdi beni.

İşkence Adası’nda ‘gördüğüm’ ayartıcı ‘pornografik’ işkenceyi daha sonra anlatayım artık…

Yusuf Kaplan,
Yeni Şafak, 31 Mart 2013

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*