Bediüzzaman’da ihlâs pratiği

Bediüzzaman yalnızca nazariyeci, yani teorisyen değil, aynı zamanda düşüncelerinin de pratiğini bizzat nefsinde yaşar.

İhlâs Risaleleri’nde ve Külliyatın muhtelif yerlerinde ihlâsın kritiğini yaparken, yani tarif ederek nasıl kazanılıp korunabileceğinin donelerini hazırlar ve formüllerini sunarken, aynı zamanda da en yüksek seviyede de onu yaşar.

İhlâsın zirvesinde olduğunun göstergelerinden birisi, Risale-i Nur gibi en zor, en çetrefilli, en olumsuz, en tehlikeli şart ve zeminlerde bile o dimağından akan muhteşem ve muazzam hakikatleri asla kendisine mal etmemesidir.

O, ehl-i iman ve bilhassa Nur Talebelerinin kendisine izafe ettikleri, “en büyük müçtehit, en büyük müceddit” gibi sıfatları kabul etmeyip reddederek şöyle der:

• Hakikat ise, tercüman bir derece telif itibarıyla, o şahs-ı manevîye bir mümessili olmak itibarıyladır. Yoksa hakkım ve haddim değildir ki, ben o kutsi işarete medar olayım…1

Risale-i Nur’un bir nevi müceddit olması kaviyyen muhtemel olduğundan, o sıfatlar -hâşâ- benim haddim değil, belki tekraren yazdığım gibi, benim hayatım Risale-i Nur’a bir nevi çekirdek olabilir. Kur’ân’ın feyziyle, Cenâb-ı Hakk’ın ihsanıyla o çekirdekten Risale-i Nur’un meyvedar, kıymettar bir ağaç hükmüne icad-ı İlâhî ile geçmesidir. Ben bir çekirdektim, çürüdüm, gittim. Bütün kıymet Kur’ân-ı Hakîm’in manası ve hakikatli tefsiri olan Risale-i Nur’a aittir.2

Ben bir kuru üzüm çubuğu hükmündeyim. Üzümün özellikleri kuru çubuğunda aranmaz.3

• İhlâsın gereği olarak da “şahsiyetçiliği,” kendisinden başlayarak aradan çıkarır: Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Maddî ve ferdî/bireysel ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı. Husûsen benim gibi bir biçarenin kıymetinden bin derece ziyade ehemmiyet vermekle bir batmanı kaldırmayan zaif omuzuna, binler batman ağırlık yüklense, altında ezilir.4 Zaman, şahıs zamanı değil, şahs-ı manevî zamanıdır. Risale-i Nur’da şahıs yok, şahs-ı manevî var. Ben bir hiçim; Risale-i Nur, Kur’ân’ın malıdır. Kur’ân’dan süzülmüştür. Şeref ve güzellik, Kur’ân’ındır. Şahsımla Risale-i Nur iltibas edilmiş; meziyet Risale-i Nur’a aittir.

Kendisini Risale-i Nur’u kaleme alan biri değil, onun bir talebesi kabul ederek kendi payının sınırlarını daraltır: “Yalnız şu kadar var ki, şiddetli ihtiyacıma binâen, Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Hakîm’den bana ilâç ve tiryakları ihsan etti. Ben de kaleme aldım. Her nasılsa, bu zamanda birinci tercümanlık vazifesi bana düşmüş. Ben de, Risale-i Nur’un Talebesiyim. Bir Risaleyi şimdiye kadar yüz defa okuduğum halde, yine okumaya muhtaç oluyorum. Ben sizlerin ders arkadaşınızım.”5

• Görülen meziyetlerin Risale-i Nur’un, onun da Kur’ân-ı Hakîm’in gerçek bir tefsiri olduğunu nazara vererek kendisinin yalnız bir çekirdek olabileceğini ve Risale-i Nur’un mücedditliğini vurgular.6
Dipnotlar:
1- Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikası, s. 238.
2- Bediüzzaman, age. s. 377.
3- Bediüzzaman, age. 376-378.
4- Bediüzzaman, Kastamonu Lâhikası, s. 8.
5- Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat, s. 605.
6- Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikası, s. 377.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*