Bediüzzaman’da insan problematiği

Bediüzzaman “sırat-ı müstakîm” kavramı çerçevesinde yaptığı analizinde, insan problematiğini tanımlamış ve yaptığı bu problem tanımlamasından hareketle de çözümün insanların sırat-ı müstakîme talim ve terbiyesi olduğunu ortaya koymuştur.

İnsan, bütün hayvanlardan farklı olarak üstün bir yaratılışa ve mizaca sahiptir. Hayvanlarla kıyas edilmeyecek derecede güçlü akıl, vicdan, öfke ve şehvet gibi kuvvelerle donatılmıştır. İnsanda bu kuvvelerden kaynaklanan çeşit çeşit meyiller, arzular vardır. Meselâ: İnsan her şeyin en iyisini, en güzelini ister. Her şeyde süs ve estetik arar. Bütün duygu ve arzularının lâyık bir biçimde tatminini ister. Hep bu meyil üzere yaşar.

İnsanın bu meyillerini tatmine uygun kalitede yiyecek, giyecek ve sair ihtiyaçlarını, istediği gibi güzel bir şekilde tedarikinde çok san’atlara ihtiyacı vardır. Bir insan tek başına bu san’atların hepsine birden vakıf olmadığından, diğer insanlarla teşrik-i mesaî etmeye mecbur olur ki; her birisi, emek ve çalışmasından elde ettiği ürünü diğer arkadaşının ürünü ile mübadele etsin. İnsanlar bu teşrik-i mesaî ve mübadele sayesinde ihtiyaçlarını karşılayabilirler.

İnsanın bu ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için insanda üç ana kuvvet ihdas edilmiştir.

Bu kuvvetlerin birincisi: Kuvve-i şeheviyedir ki, fonksiyonu, hayatını sürdürmesi için insanı ihtiyaçlarını gidermeye, menfaatlerine göre davranmaya sevk eder. Yani insanın şehvet gücüdür. Kuvve-i şeheviye, sadece cinsel istek ve ihtiyaçları giderme arzusu ile sınırlı değildir. İnsanın yemek, içmek, uyumak, gezmek, eğlenmek, konuşmak, mal ve mülk edinmek, evlât sahibi olmak gibi çok çeşitli füruatı vardır.

İkincisi: Kuvve-i gadabiyedir. Yani öfke duygusudur. Fonksiyonu, zararlı şeyleri def’tir. İnsanın bedenini, hayatını, mal ve mülkünü, namusunu, hürriyetini koruma duygusudur.

Üçüncüsü: Kuvve-i akliyedir. Yani, akıldır ki, kâr ve zararı, iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı birbirinden ayırma melekesidir.

İnsanların tutum ve davranışları bu üç kuvvenin etkisi altında gerçekleşir.

İnsandaki kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i akliye gibi bu potansiyel güçlere, Yaratıcı tarafından fıtraten bir had ve sınır konulmamış, ancak emir ve nehiylerle, yasaklarla had konulmuştur. Bu emir ve yasaklara uyup uymama insanın cüz’-i ihtiyarîsine tabi kılınmıştır. Böylece bu potansiyel güçleri başıboş bırakılmak suretiyle insana alâ-yı illiyine çıkabilir, esfel-i safiline düşebilir ve bu iki mertebe arasındaki sonsuz mertebelerden birinde bulunabilir bir istidat verilmiştir.

Bu fıtratın bir sonucu olarak, insandaki bu kuvvetlerin her birisi ifrat, tefrit ve vasat namıyla üç mertebeye ayrılır. Dolayısıyla, her bir insanda mevcut bulunan kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i akliyenin üç mertebesi ifrat, üç mertebesi tefrit ve üç mertebesi de vasattır ki, toplam dokuz mertebedir.

Hülâsa: Şu dokuz mertebenin altısı zulümdür, üçü adl ve adalettir. Sırat-ı müstakimden murad, şu üç mertebedir. İman ve tevhidin meyvesidir.

İnsanların kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i akliyede ifrat etmesi zulüm yapmaya, tefrit etmesi zulme uğramaya yol açar. İman ve tevhidin meyvesi olan vasat mertebesi ise, insanların zulüm yapmasını ve zulme uğramasını önleyen bir kişilik kazanmasının yegâne yoludur ki, sırat-ı müstakim üzere olmak anlamına gelir.

Meselâ: Kuvve-i şeheviyenin ifrat mertebesi fücurdur. Yani ırz ve namusları payimal etmek, ayaklar altına almak iştihasında olmadır. Tefrit mertebesi humuddur. Yani ne helâle ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur.

Kuvve-i gadabiyenin ifrat mertebesi tehevvürdür. Ne maddî ve ne manevî hiçbir şeyden korkmaz. Bütün istibdadlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Tefrit mertebesi cebanettir ki, korkulmayan şeylerden bile korkar.

Ve keza kuvve-i akliyenin ifrat mertebesi cerbezedir ki; hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya mâlik olur. Tefrit mertebesi gabavettir. Gabavet, hiçbir şeyden haberi olmama halidir.

Görüldüğü üzere, insanlar bu üç kuvvetin ve füruatının her birinin tesiri altında işledikleri fiillerde ifrat ve tefrite düşüyorlar. Böylece insanlar altı mertebede cereyan eden teşrik-i mesaî ve mübadelelerinde (muamelâtta) zulüm ve tecavüzler vukua geliyor. Bu üçer ifrat ve tefrit, küfür, şirk, gaflet ve dalâletin meyveleridir.

Bu tecavüzleri önlemek için, insan toplulukları teşrik-i mesaî ve mübadelelerinde adalete muhtaçtır. Adalet ise, bireylerin işlerinde ve ilişkilerinde şecaat, iffet ve hikmetin mezcinden ve hülâsasından hasıl olur.

Kuvve-i şeheviyede vasat mertebesi iffettir ki; helâline şehveti var, harama yoktur. Kuvve-i gadabiyede vasat mertebesi şecaattır ki; hukuk-u diniye ve dünyevîyesi için canını feda eder, meşrû’ olmayan şeylere karışmaz. Kuvve-i akliyede vasat mertebesi ise hikmettir ki; hakkı hak bilir imtisal eder, bâtılı bâtıl bilir içtinab eder.

İşte, bireyler teşrik-i mesaî ve mübadelede bu üç kuvvede vasat mertebesine terbiye ve talim edilmek durumundadır ki, diğer altı mertebenin yol açtığı zulüm ve tecavüzlerden kurtulabilsin. Dinimizin iman, itikad ve ibadet hükümleri; emir ve nehiyleri insanın bu üç kuvvede toplam altı ifrat ve tefrit mertebesinden kaçınması, üç vasat mertebesine talim ve terbiyesi esasına dayanır. Dinimizdeki sırat-ı müstakim bu üç vasat mertebede olma halidir. (Bediüzzaman Said Nursî, İşaratü’l-İ’câz)

Şimdi, Bediüzzaman’ın bu problem tanımlamasını ve çözüm anlayışını düşünelim. Bireylerin toplum barışını ihlâl eden davranış modellerini düşünelim. Sonra eğitim sistemini düşünelim. Uzun yıllar tahkikî imanı eğitim sisteminden dışlayan, günümüzde de yeterli bir eğitim mevzuu haline getirmeyen eğitim sistemi insanımızı sırat-ı müstakime talim ve terbiye edebilir mi? Eğitim sisteminde, sırat-ı müstakim diye bir kavram var mı?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*