“Bediüzzaman”dan bahsedilemeyen yazılar…

Image
Türkiye’de, düne göre çok büyük değişikliklerin olduğu göze çarpıyor. Bu değişiklikler, bir çok sahada müşahede edilmektedir. Geçenlerde arşivimde bulunan ve eski yazılarımızın olduğu gazetelere şöyle bir bakınca bunları düşündüm. 1970’li yıllarda, yaklaşık kırk sene öncesine ait Yeni Asya’lara baktım da, o zamanki yazdığımız yazılarda (gençlik yıllarımıza tekabül ediyor) ne Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin isminden, ne de Nurculuktan alenen bahsedememişiz. Ya imalı bir şekilde veya “büyük bir İslâm âlimi” diye bahsetmişiz.

Şimdi, bu yazıyı okuyan genç kardeşlerimizin aklına gelebilir “Niye bahsedememişsiniz?“ diye.

Evet o yıllarda, o isimlerden bahsetmek ve Risâle-i Nur okumak, satmak, basmak; yani, sizlerin şimdi neredeyse bir mahalle marketinden temin edip alabildiğiniz Risâle-i Nurlar, o yıllarda ‘keyfî olarak’ yasaklıydı. Yeni Asya’m, bunların o zamanlar da hâmîsi idi.

Dershanelerimizde, okuduğumuz risâleleri saklardık. O yıllarda buzdolapları ancak zenginlerin evinde bulunurdu. Tabiî bizim dershanelerimizde de yoktu. Yiyecekleri, mutfaklarda bulunan “tel dolap” tâbir edilen dolaplarda saklardık. Bizim devam ettiğimiz bir dershanemizde, işte öyle bir dolap vardı. Biz okuduğumuz risâleleri orada saklıyorduk.

1974 senesindeydi. Ankara’da Yeni Asya yayınlarını satıp, sergileyecek bir yerimiz yoktu. Yeni Asya ve Mihrap Yayınları adı altında neşrettiğimiz kitapları, “Nasıl yapar da, böyle bir yerde insanlara ulaştırabiliriz?“ diye düşünürken, Said Özdemir Ağabeyin, Hacı Bayram Camii civarında bulunan İhlas Kitabevinden bize çalışma teklifi geldi. O zamanlar tabiî, gazetemizin Ulus – Kediseven Sokak’ta bulunan bürosunda hiçbir maddî menfaat beklemeden hizmet etmeye gayret ediyorduk. O zaman Ankara baskısı da yapılan Yeni Asya’nın basıldığı matbaada koşturuyorduk. Hizmetlerimizin Ankara işlerini organize eden rahmetli Hilmi Doğan ve Yeni Asya’nın Ankara Büro Şefi Ekrem Ağabeylere durumu anlattım. Onların da çok hoşuna gitti ve bu işin çok güzel olacağını söylediler. Ve biz o işe giriştik. Tabiî hem Yeni Asya yayınları kitaplarını açıktan, hem de risâleleri de yine el altından ve tanıdıklarımıza satıyorduk. Bunlarla alâkalı bir çok hatıramız var, Allah nasib ederse bunları daha detaylı bir şekilde yazmayı düşünüyoruz.

”Nereden, nereye?” diyesi geliyor insanın değil mi? O günleri yaşayarak gelen bir çok arkadaşımız eğer bu yazıyı okuduysa, onlar da o günlerle bu günlerin mukayesesini yaparak, hasret ve hüzünle tebessüm ediyordurlar. Bizim, o yıllarda yazılarımızda ismini açıktan zikredemediğimiz Üstad ve Risâle-i Nurlar, bugün dünyanın gündemine girmiş durumda, şükürler olsun.

 

Image

Benzer konuda makaleler:

2 Yorum

  1. sonsuz şükürler olsun…elhamdülillah bugün en halis şekilde yayılıyor nur eserleri ve onun hakikatleri….ve elbette aziz üstadımın haşmetli imanından en güzel kalıntılar….sizlere selam ve dua ile hayırlı geceler diliyorum,selamün aleyküm….

  2. Osman abi, Allah razı olsun.Gözlerimiz yaşardı bu yazıyı okuyunca.Aynı sahabe mesleğinin devamı olan bir davamız olduğunu, sizlerin bu değerli hatıralarınızdan anlıyoruz.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*