Bediüzzaman’dan kadın konusuna ilmî bir bakış

Bediüzzaman Hazretleri hayatı boyunca kadına bakmamıştır bile, ama İslâmın kadın konusundaki hükümlerini ilmî açıdan öylesine güzel ifade etmiştir ki, İslâm düşmanlarını adeta kahrından çatlatmıştır!

Bir kadın olarak Risâle-i Nur’un satırları arasında onun hanımlar hakkında yazdıklarını okurken, “Emrolunduğun şeyi açıkca beyan et ve müşriklerden yüz çevir” (Hicr Sûresi: 94) âyetini hatırlamamak mümkün müdür?

Dilerseniz onun hayatının ilk döneminden kadın konusuna “ummandan bir katre” misâli kısa bir kesit sunalım:

İLMİN İZZETİ BAKTIRMIYOR!

Bediüzzaman Hazretlerinin kadın konusuna bakış açısı ilginçtir.
Hislerin galeyanda olduğu gençlik yıllarında bile “İlmin izzeti mani oluyor!” diyerek kadınlara bakmamıştır. Van’da misafir olarak kaldığı Vali Ömer Paşanın konağında ya da İstanbul’un meşhur Kâğıthane gezintilerinde cins-i lâtif olan kadınlarla ilgilenmemiştir. Bu konudaki hassasiyetine o dönemdeki arkadaşları şahittir.
Kadına bakmadığı gibi hayatı boyunca evlenmemiştir de. Bütün bunlara rağmen ilk mahkûmiyet cezasını kadınların tesettürü konusundaki âyetin yorumunu yaptığı küçük bir risâle yüzünden almıştır. 1935 Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde idamla yargılanıp, 11 ay hapis yatmıştır. Hayatının son yıllarına doğru bile kadın konusundaki fikirleri suçlanma sebeplerinden biri olabilmiştir. 1952’deki İstanbul Gençlik Rehberi Mahkeme Müdafaaları bu açıdan önemlidir.
Hayatını başından sonuna şahit ve delilleriyle anlattığı “Tarihçe-i Hayat” isimli eserinden bu hakikatleri takip etmek mümkündür.

OSMANLI AVRUPA’YA HAMİLE

20. asrın daha ilk yıllarından bugünleri görebilen keskin bir bakış açısına sahiptir Bediüzzaman. Osmanlı’yı Avrupa’ya benzeyen günlerin beklediğini daha o yıllarda görmüştür. Kadın konusunda da aynı durum geçerlidir.
Lemaat’ta yer alan “Kadınlar yuvalarından çıkıp beşeri yoldan çıkarmış; yuvalarına dönmeli” başlıklı bölüm bu bakış açısını özetlenmesi açısından eşsizdir.

1908:

23 Temmuz 1908’de ilân edilen İkinci Meşrûtiyet’in ilk yılında Bediüzzaman Hazretleri İstanbul’dadır. “Her soruya cevap verilir, ama soru sorulmaz” diyerek bütün ulemaya adeta meydan okur. Mısır’daki meşhur Ezher ulemalarından Şeyh Bahid Efendi’nin “Osmanlı hükûmetindeki hürriyete ne diyorsun ve Avrupa hakkında fikrin nedir?” sorusuna “Osmanlı hükümeti Avrupa ile hâmiledir; Avrupa gibi bir hükümeti doğuracak. Avrupa da İslâmiyet’e hâmiledir; o da bir İslâm devleti doğuracak.” (Emirdağ Lâhikası, s. 345) şeklinde cevap verir. Şeyh Bahid de aynı düşüncededir. Ama görüşlerini bu kadar veciz ve beliğane bir tarzda ifade etmenin ancak Bediüzzaman’a has olduğunu ifade ederek hayranlıkla “Bu gençle münâzara edilmez” (Tarihçe-i Hayat, s. 50) der.1910-1911:

Meşrûtiyet sonrasında gittiği Şarktaki aşiretlerin sorularına verdiği cevaplardan oluşan Münâzarât isimli eserinde de kadınla ilgili bölümler yer alır. İlk baskısı 1911’de yapılan eserde bugün bile gündemde olan İslâmiyetteki taaddüt-ü zevcât (çok evlilik) ve gayr-i müslim bir kadınla evlenme hakkındaki hükümlerin yorumu yapılır.

1913-1918:

Bediüzzaman Hazretleri Birinci Dünya Savaşında Doğu Cephesinde alay komutanı olarak Ermeni ve Ruslara karşı çarpışırken, esir düştüğü Rusların elinden firar ederek Kasım 1918’de İstanbul’a ulaştığında Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın teklifiyle Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyeye üye tayin edilir. Kendisine ilmiyede “Mahreç” payesi verilir. Bu, Osmanlı ülkesindeki bütün resmî ulemanın reisi olan “Başmüderrislik”ten sonraki ilmî rütbe anlamına gelmektedir.
Çamlıca’da Yusuf İzzettin Paşa Köşkü’nde kalan Bediüzzaman, Kur’ân’ın mu’cizeliğini çağın insanına göstermek için yazdıklarını neşretmeye başlar. (Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, s. 10.) Lemaât isimli eseri de bunlardan biridir.

LEMAÂT

Bediüzzaman Hazretleri Lemaât’ta yer alan ve sonradan Tesettür Risâlesi’nin esası olacak tesbitlerle kadın konusundaki tartışmalara “muasır”larından çok daha farklı bir açıdan yaklaşır.
Kadın hürriyeti hareketini değerlendirdiği bu bölümde sefih medeniyetin kadını metâ haline getirip, kadına duyulan saygıyı kırdığını anlatır. Bugün bile tartışması yapılan heykel ve resimler konusuna İslâmın bakışını özgün bir dille ifade eder. Özellikle kadın heykelleri ve kadın resimlerinin insanoğlunun hırçınlaşmış ruhu üzerindeki müthiş etkilerinden bahseder. İslâmın yasakladığı resim ve heykellerin taşlaşmış bir zulüm, riyâ, heves hükmünde olduğunu belirtir.
Bu konuda sefih erkeklerin kadın konusundaki tutumlarını değerlendirerek başlar söze: “Sefih erkekler, hevesâtlarıyla kadınlaşırsa; o zaman açık saçık kadınlar da hayâsızlıkla erkekleşirler” der.
Sefih medeniyetin beşere hediyesi olan ve hâlen tartışılan kadın problemlerinden ilk basamakta hemcinsi olan sefih erkekleri mesul tutan ilginç bir tesbittir bu.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*