Bediüzzaman’ı dinle

23 Mart, Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin beka âlemine göçtüğü günün yıl dönümüdür. Bu vesile ile iman ve İslâm dâvâsına gönül vermiş bütün âlimleri ve talebelerini rahmetle yad ediyoruz.

1960’ın 23 Mart’ında Urfa’da vefat eden Bediüzzaman Hazretleri bütün ömrünü iman ve Kur’ân hizmetine hasretmiş, bin türlü eza ve cefa çekmesine rağmen bu gayretinden asla taviz vermemiştir. Bediüzzaman pek çok yönüyle örnek bir âlimdir, ama en dikkat çeken yönü sözlerini fiilleriyle desteklemiş olmasıdır. O, nazarları telif ettiği Kur’ân tefsiri Risale-i Nur’a çekip şöyle diyor: “Hiçbir müfsit, ‘ben müfsidim’ demez, daima suret-i haktan görünür yahut batılı hak görür. Evet, kimse demez ‘ayranım ekşidir.’ Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz, ticarette geziyor. Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip, tamamını kabul etmeyiniz; belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın; mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalpte saklayınız, bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.” (Münâzarât, s. 49)

Bilmiyoruz talebelerine hitap ederken “Benim sözümü dahi mihenge vurun, ölçün, tartın. Doğruysa kabul edin” diyen başka bir âlim var mıdır? Hem, “Her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz” ikazının ne kadar önemli olduğu günümüzde daha iyi anlaşılmıyor mu? Bediüzzaman’ın geniş kitlelerde kabul görmesi ve eserlerinin okunması bu ‘güven’ neticesi değil mi?

Üstad Bediüzzaman’ın çok dikkat çeken vasıflarından biri de Risale-i Nur’u okuyanlara, ona tabele olanlara güvenmesi, onlarla meşveret etmesidir. Bir mektubunda, “Veşavirhum fil emr (İşlerinde onlarla istişare et) [Al-i İmran Sûresi, 156] emriyle, kardeşlerimle bir meşverete muhtacım” diyerek karşı karşıya kaldığı bir ‘emr-i vaki’ye dikkat çekiyor. Resmî makamların maddî yardım teklifini reddettiğini, ama meseleyi talebelerinin reyine havale ettiğini anlatıyor. (Emirdağ Lâhikası, s. 23)

Aynı mektupta halktan istiğna, yardım kabul etmeme gibi son zamanlarda çokça ihmal edilen noktalardaki hassasiyeti de dikkat çekici. Düşünün ki Dar’ül-Hikmeti’l İslâmiye’de bir iki sene maaşı kabul ettiği halde bu parayı da kitaplarının baskısına sarf ederek ve çoğunu da ücretsiz olarak millete dağıtıp dolaylı olarak ‘milletin malını yine millete iade ettim” diyor. Bu tavır Hz. Ömer’in tavrını akla getirmez mi?

Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin belki bin defa dikkat çektiği başka bir nokta da, bu milletin ve bu vatanın Risale-i Nur’a sahip çıkması gerektiğidir. Başka bir mektubunda şöyle der: “Hem, ne vakit Risale-i Nur’a ilişilmişse, bir nevi umumî korku başlamış görüyoruz. Demek bu vatanın belâlardan muhafazası için Risale-i Nur bir kat’î vesiledir. Madem böyledir; millet ve vatanı sevenler, Risale-i Nur’u serbest bıraksınlar ve okusunlar ve okutsunlar.” (Emirdağ Lâhikası, s. 61)

Risale-i Nur hizmetinin gaybi bir el tarafından korunduğu müjdesi de var: “Kardeşlerim! Hiç merak etmeyiniz. Kat’î kanaatim geldi; bizler, bir inayet altında, gayet ehemmiyetli bir hizmette ve ihtiyâr ve iktidarımız haricinde bir dest-i gaybî tarafından istihdam ediliyoruz.” (age, s. 62)

Gençlerin imanını kurtarmak için hayatını feda eden Üstad Bediüzzaman’a ve bütün âlimlere Allah’dan rahmet diliyoruz.

Mekânları Cennet olsun inşallah. Amin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*