Bediüzzaman’ın demokrasi telkinatı

Eski Said Dönemi Eserleri içerisinde bulunan Nutuk’ta doğudaki ulemalara “Meşrûtiyete dair bir telkinat”ta bulunan Said Nursî, “İslâmiyet ecnebilerin nazarında mani-i terakki ve adalet ve hürriyet [terakkiye, adalete ve hürriyete mani] gibiymiş” zannını yok ediyor.

“Hürriyet-i hakkı ve adalet ve müsavat-ı hukuku” sağlayan İslâmiyet hakikatini çok güzel bir şekilde izah eden Said Nursî, fikr-i istibdadın ortaya çıkardığı yanlışlıkları bu hakikatlerle ortadan kaldırıyor. “Kuvvet ve cebir yerine akıl ve adaleti istimal ediniz ve tahvif [korkutma] yerine muhabbeti ikame ediniz, ta riyasetiniz berdevam olsun” diyen Said Nursî, akıl ve adaletin devre dışı bırakılarak, muhabbet yerine korkunun hâkim kılınması ve korku söylemlerinin ön planda tutulmasının, milleti idarenin asıl sahibi konumundan düşüreceğine işaret etmektedir. “Her biriniz âleminizde hükümet-i meşrûta-i meşrûanın tekâlif-i âdilânesine itaat ve hukuk-i gayra men-i tecavüz şartıyla birer padişah gibisiniz” diyen Said Nursî, demokrasinin âdil tekliflerine karşı olumlu olmanın ve başka hukuklar karşısında o hukuklara zarar vermemenin bilinci içerisinde olmanın, herkesi demokratik hak ve hürriyetlerden istifade ettireceğini belirtmektedir.

“Teşebbüs-i şahsî ile ellerinizden geldiği kadar bu ittihad-ı millete ve meşrûtiyete her cihetle hizmet ediniz” diyen Said Nursî, demokrasiye hizmeti sadece idarelerin ve idarecilerin bir görevi olmaktan çıkarıp, toplumun bütün kademelerinin milletin ittihadı ve demokrasi için yapabileceği bir şeyler olduğunu hatırlatmaktadır. “Bir hasta, hekime karşı üç halde bulunur” diyen Said Nursî, istibdattaki milletin halini şu hastaya benzetmekte: “Gözünü kapar, hiçbir şey söylemez; hekim de hiç ehemmiyet vermez, kâh zehir kâh ilâcı verir” diyerek istibdatta milletin gözünü kapayan hasta gibi her verilene razı olduğunu, hem ilâcı hem zehiri kabul ettiğini, istibdattaki milletin bunları ayırt edecek bir durumda olmadığını, hekimin de böyle bir hastaya ehemmiyet vermeyerek o hastaya karşı istediği gibi davranacağını ifade etmektedir. Yani hasta duyarsız, hekim de o hastanın bu halinden istediği gibi istifade eder bir konumda bulunmaktadır.

Demokrasideki hastanın halini “hasta, hekime teşhis-i illete yardım ve verdiği ilâcı hüsn-ü istimal ve hayatına lâzım olanı talep ediyor; tabip de hastanın gözü açık olduğu için ihtiyat ve dikkate mecbur oluyor” diyerek belirten Said Nursî, milletin kendi sorunlarının çözümünde yönlendirici ve demokrasi için talep edici, yönetenleri denetleyici ve sorgulayıcı olmasını bu örnekle çok güzel ifade ediyor. Böyle bir demokrasi algısına sahip millet karşısında ihtiyat ve dikkate mecbur olan idareciler ise, zararlı ve yanlış olanı değil, böyle uyanık bir hasta karşısında hep faydalı ilâçları vermek zorunda kalıyor.

“Şedîden (şiddetli bir şekilde) hamiyeti dâvâ eden, takviyesine çalıştığı hamiyetten şüphelidir” diyen Bediüzzaman Said Nursî, hamiyet dâvâ  etmenin üzerine düşeni yapmakla olacağını belirtmekte, “Milletin efendisi onlara hizmet edendir” hadis-i şerifini düstur-i tatbik etmek gerektiğine değinmektedir. “Hem de o kadar geniş, daire-i ahrara (hürriyetçilerin dairesi) efkâr-ı umumiyeden başka serpuş olmadığından, riyaset-i şahsiyenin (kişi hâkimiyeti) kat’iyen aleyhindeyim; reisimiz ancak hükümettir” diyen Said Nursî, bu büyük hürriyet dairesine ancak kamuoyunun ve halkın iradesinin hâkim olabileceğini belirtmekte; şahsiyetçiliğin, idarede bir şahsa sonsuz bir itimatla bağlanmanın ve o şahsın riyasetini var gücüyle yüceltmenin kat’iyen aleyhinde olduğunu belirtmektedir. Bu geniş hürriyet dairesi içerisinde bir şahsa bağlanmak yerine bütün efkârın iradesinin yansıdığı bir yönetime bağlanmanın gerekliliği ifade edilmektedir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*