Bediüzzaman’ın eyvahları

‘’EYVAH İMANIM!’’

Onun derdi; İslam’ın derdi. Onun derdi; Müslümanın derdi. Onun derdi; İmanın derdiydi.

Onun hayatının önceliği imandı. İmanı kurtarmaktı. Zaafa uğrayan imanı kuvvetlendirmek, birinci önceliğiydi.

O koca Bedii’nin hayatında, yüreğinden yanardağlar gibi fışkırıp kaynayan, volkanlar gibi patlayarak, yüreğinin derinliklerinden kopup gelen, “Eyvah”ları vardı.

Magma tabakasının parçalanıp, yeryüzünü ateşe vermesi gibi bir şeydi bu “Eyvah”lar

O “Eyvah!” derken, sanırsın ki lavlar yer yüzünü kaplıyor, insanları yakıp kavuruyordu.

“Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor, İmanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, İmanımı kurtarmaya koşuyorum”

diye feryat edecek ve Risale-i Nur gibi bir derya ile imansızlık ateşinin yangınını söndürmeye çaba sarf edecekti.

Risale-i Nur Külliyatı’nı tetkik ettiğimizde; Bediüzzaman’ın üç konuda, üç yerde “Eyvah dedim” diye, yüreğinin derinden derine yandığını, yakıldığını göreceksiniz.

Ve Onun hayatının, bu “Eyvah”ları dindirmek, bu “Eyvah”lara çare aramakla geçtiğini müşahede edeceksiniz.

Bediüzzaman’ın “Eyvah” dediği konular; Şahsımız, ailemiz ve sosyal hayatımız için fevkalade önemli, konulardır.

Bakın, kıyamet asrının imamı Bediüzzaman Said Nursî, nerede, ne zaman ve neler için eyvah demiş:

“1338 de Ankara’ya gittim. İslam Ordusu’nun Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl-i imanın kuvvetli efkarı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasâne çalıştığını gördüm. ‘EYVAH’ dedim. Bu ejderha imanın erkanına ilişecek..!”

Bu ifadelerde dikkat çeken nokta; Bediüzzaman’ın bu olayı bizzat müşahade etmiş olmasıdır. Dikkat edilirse, fark ettim, tahmin ettim falan demiyor. “Gördüm” diyor.

Bediüzzaman’ın bizzat gördüğü bu zındıka fikri, bu bozmak fikri, bu zehirlendirmek fikri, bu ejderha; öyle dessas, öyle düzenbaz, öyle entrika dolu ki; öyle aldatarak iş görür, öyle suret-i haktan görünür ki; masumâne durur, ama zehrini akıtırdı. Bazen cebren, bazen hile ile iş görür, üç yüz senede yapılamayacak planları, üç gece içerisinde yapar bitirirdi.

Bu dehşetli zehire, panzehir olacak; fikrî, ilmî, tefekkürî, Kur’anî ve imanî eserler, kalıcı fikirler vücuda getirmek gerekiyordu.

Bir gergef gibi, kaneviçe gibi ilmek ilmek, iplik iplik dokuyacağı eserleri vücuda getirmek gerektiğinin kararını, o gün veren Bediüzzaman Said Nursî, bütün olumsuzluklara, bütün yokluklara, yoksulluklara karşı koyarak, ölümüne bir iman davasının hem öncülüğünü, hem kuruculuğunu, hem de bayraktarlığını yapacaktı.

Ve imansızlığın panzehiri olacak olan; Kur’ân âyetlerinden süzülen, Risale-i Nur eserlerini vücuda getirdi.

Bu uğurda düştüğü hapishane köşelerinde, gözetleme evlerinde, dipçiklerin tüfeklerin gölgesinde hep imanın mücadelesini verdi.

Bu uğurda ölümü göze alarak, ölümü hiçe sayarak, ömrünü bu yolda harcadı.

“Milletimin imanını selamette görürsem, Cehennem’in alevleri içinde yanmaya razıyım”

dedi.

Bediüzzaman bu coğrafyada ve yer kürede imanın adı oldu, imanın bayraktarı oldu.

Bütün hayatını imana adadı, Kur’ân’a adadı.

Etrafındaki birler, bin oldu. Binler yüz bin oldu. İmanı sağlam, tahkikî iman sahibi “Eyvah! İmanım” diyen vatan evlatları günden güne boy attı. Serpildi gelişti.

Onunla vücut bulan Risale-i Nur Külliyatı sayesinde dessasâne oyunlar bozuldu. İçimize sızan tüm küfrî fikirler eridi yok oldu. İmanın erkanına saldıran Ejderhanın tüm düzenbazlıkları alt üst oldu.

Eyvah! Aile

İmanın erkanına ilişen Ejderha’nın tahrip ettiği; Bediüzzaman’ın da “Eyvah dedim” diye feryat ettiği yapılardan birisi de ailedir.

Şüphesiz ki aile, hem çekirdek yapıyı, hem de toplumu ayakta tutan, sosyal hayatın düzenliliği ve huzuru açısından son derece önemli bir kurumdur.

Tarih boyunca toplumları, ifsat etmek isteyen şer güçlerin ilk önce el attığı yapı ailedir.

Bunun tam tersi; toplumu ıslah noktasında ortaya çıkan fikir ve görüşlerin de önceliği hep aile olmuştur.

Ailenin de temel taşı, orta direği kadındır. Dolayısıyla her iki düşünce grupları tarafından kadın hedef tahtasına oturtulmuştur.

Bediüzzaman Hazretleri bakın Lem’alar isimli eserinde nasıl “Eyvah..!” diyor.

“Bu sene inzivada iken ve hayat-ı içtimaiyeden çekildiğim halde, bazı Nurcu kardeşlerim ve hemşirelerimin hatırları için dünyaya baktım. Benimle görüşen ekseri dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvalar işittim. ‘Eyvah.’ dedim. İnsanın, hususan Müslümanın tahassungâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. ‘Bu da mı bozulmaya başlamış?’

dedim.” (1)

“Bu da mı” derken, demek ki başka bozulmalar da var. Elbette ki var. Zira o Ejderha ilk önce imanın erkanına ilişmişti. Ve Bediüzzaman’a “Eyvah!” dedirtmişti.

Sıra ailedeydi. Zaten imanın erkanı tahrip edildikten sonra aile hayatı da, toplum hayatı da berhava olurdu. İnsanın ve Müslüman’ın temeli imandır. İmanı tahrip ettikten sonra, onun insanlığı dahi tahrip edilmiş olur.

Sanki Üstadım Bediüzzaman, Anadolu semalarında heybetli kanatlarıyla; çıkan yangınları söndürmeye çalışan bir melekti.

Nerede yangın başlamışsa, cübbesini bir o yangına, bir diğer yangına doğru savuruyordu. Canhıraş bir halde imansızlık yangınını, aile saadetinde başlayan yangını söndürmeye koşuyordu.

Ailede ki saadetin bozulmasının sebeplerini de sıralayan Bediüzzaman, İslam’ın sosyal hayatına ve İslam dinine zarar vermek için, “gençliği yoldan çıkarmak için uğraşan bir takım gizli komitelerin perde altında çalıştıklarını hissettim ve bildim” diyor.

Bu ifsat komitelerinin, Müslüman gençliği yoldan çıkarmak, İslam milletine darbe vurmak için kadın taifesini kullandıklarını beyan ediyor. Ve burada tesirli bir surette çalışan dört komiteden bahsediyor. Anlaşılıyor ki; bu komitelerin faaliyet alanları bir birinden farklı, ama hepsi aynı şeye hizmet ediyorlar.

İslam ordusunun Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içerisinde gayet müthiş zındıka fikri, ehl-i imanı bozmak zehirlendirmek fikri, imanın erkanına ilişirken, imanın erkanını tahrip ederken aile hayatını da tahrip ediyor, aile saadetini de baltalıyordu. Ve gizliden komiteler halinde sırf bu konuda çalışıyorlardı.

Aile saadetini bozmak için neler yapılmıyordu ki;

1926 yılında ilk defa güzellik yarışmaları düzenlenerek kadın ön plana çıkarılıyordu. Resmî olarak 1929’da Cumhuriyet gazetesinin öncülüğünde bu yarışmaların reklamları çarşaf çarşaf yayınlanıyordu.

Yapılan ilanlarda “Türk” vurgusu ön planda tutuluyordu. Güya Avrupa’ya karşı “Türk kadının güzelliği” milliyetçi duygularla tahrik edilerek, katılımcı kadın sayısının arttırılmasına çalışılıyordu. Ve bunu, Avrupa dessasları da çok iyi kullanarak sözüm ona Türk kadınını birinci seçiyorlardı. Reklamlar, afişler kamuoyunu etkilemeler alabildiğine işleniyordu.

Ama, Müslüman’ın aile saadeti de yavaş yavaş selboluyordu.

Bir komite bununla uğraşırken başka bir komite de kadın üzerinde başka başka senaryoları gündemine alıyordu.

Bu konularda görevli mecmualar tarafından kadınlara yönelik ses yarışmaları tertip ediliyor, sinema için, tiyatro için kadınların ön planda tutulduğu güzellik yarışmaları düzenleniyor, mankenlik yarışmaları yapılıyor, foto modeller seçiliyor ve Müslüman kadın bu hayata özendiriliyordu.

Açık saçıklık, müstehcenlik teşvik edilirken benzeri uygulamalarla kadın iffetinden uzaklaşıyor, Müslüman gençliğin beyni bu protipteki kadına odaklanıyordu. Ve aile hayatı günden güne allak bullak oluyordu.

Kaybolan aile saadetini yeniden inşa etmenin derdi de yine Bediüzzaman’a düşüyordu. Aile saadetinde başlayan bozgun ve huzursuzluk yangınını söndürmek gerekirdi.

Risale-i Nur Külliyatı bu büyük yangınları söndürmek için ortaya çıkmıştı. Sadece bu coğrafyada yaşayan Müslümanlar, bu coğrafyada yaşayan insanlar için değil, bütün bir beşeriyet için yazılmıştı, yazdırılmıştı.

Ve Üstadım Bediüzzaman bu fitnelere, bu yangınlara karşı kadınları uyarıyor ve onlara, Risale-i Nur’un diliyle ders veriyordu:

‘’Siz hemşirelerime ve gençlerimiz olan manevî evlatlarıma katiyen beyan ediyorum ki:
“Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi saadet-i dünyeviyeleri de, fıtratlarındaki ulvi seciyeleri de bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, daire-i İslamiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur.” (2)

 

‘’Eyvah sen ne kadar bozulmuşsun!’’- Milliyet-

MİLLİYETÇİLİĞİN MENŞEİ

Bediüzzaman’ın eserlerinde rastladığımız bir üçüncü ve önemli “Eyvah!” milliyet konusudur. Bediüzzaman’a “Eyvah” dedirten olaya geçmeden önce, bu memleketteki milliyetçilik hadisesi ve fikrinin tarihi seyrine bir göz atmakta fayda var.

Eşitlik, hürriyet, adalet gibi kavramların ön plana çıkardığı ve bu düşüncelerle meydana gelen 1879 Fransa büyük ihtilâli, aynı zamanda Fransızların diğer Avrupa ülkelerine karşı millî benliklerini koruyarak, karşı koyma duygusunu geliştirdi. Fransa’daki bu durum diğer imparatorluk halkları tarafından da kendileri için bir örnek teşkil etti.

“Fransız İhtilâli, yurttaşların, en başta ve her şeyden önce, krala değil millete ve millî devlete karşı sadakat borcu ile yükümlü oldukları anlayışını yaygınlaştırmıştır. Bu ihtilâlle birlikte, ateşli bir milliyetçilik ruhu kütleleri sarmağa başlamıştır. Vatan ve millet uğrunda hayatlarını feda edenlerin dinî törenleri andıran törenlerle anıldıkları bir dönem açılmış; millî bayrak, millî marş, millî tatil günleri gibi milliyetçilik sembolleri ortaya çıkmıştır.” (1)

TÜRKÇÜLÜĞÜN DOĞUŞU

Fransa’da ortaya çıkarak Avrupa’ya yayılan ve özellikle de Mukaddes İslam Dini kardeşliği esasına dayanan çok uluslu coğrafyalarda ‘kavmiyetçilik, ırkçılık‘ fitnesini ön plana çıkararak Müslüman toplumları param parça eden bu anlayış, bizim coğrafyamızda nasıl bir gelişme seyri gösterdi ona bir bakalım:

“Türkçülüğün Türk milliyetçiliğine, yani siyasal bir akıma dönüşmesi ve örgütlenmesi ise II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İttihat ve Terakki ile gerçekleştirilmiştir. Bu örgütlenme girişimi arasında Türk Derneği, Türk Yurdu Cemiyeti ve Türk Ocakları gibi derneklerin kurulması sayılabilir. Bu derneklerin önemi İmparatorluktan vazgeçmiş görüntüsü vermemek için İttihat ve Terakki’nin Türkçülüğü açıkça savunmadığı dönemlerde bu hareketin canlı tutulması ve gelişmesi için başarılı bir şekilde çalışmalarından kaynaklanmaktadır.

“(…………….)

“Türkçüler, Osmanlı insanlarına bir ‘Yeni Hayat’ vaat ediyorlardı. Bu kurtuluş reçetesinin dayandığı fikir ve eylem temeli Türk milliyetçiliği olacaktı.

“(…………….)

“Türkçülüğün teorisini hazırlama işini İstanbul Üniversitesi Türk Medeniyet Tarihi profesörü, Ergani mebusu ve İttihat Terakki genel merkez üyesi Ziya Gökalp ve ekibi üstlenmişti.” (2)

Aslında imanın erkanını tahribe yönelen ejderhanın marifetlerinden birisi de budur. İmanın erkanını tahrip, zaten sonunda aile saadetini de tahrip ediyordu. Bir de Müslüman milletin arasına unsuriyet fikrini de yerleştirince, İslam ümmetini perişan etti. Birliği ve beraberliği baltaladı. Sosyal hayatı alt üst etti.

Bin yıldan fazladır, önceliği Tevhid-i İlâhî olan bu millet, önceliği Hz. Muhammed (sav) olan bu millet, önceliği Kur’an-ı Azimüşşan olan bu millet; birlikteliğini kaybederek ırkî değerlerini ön planda tutar oldu.

O ejderhanın sinsi planlarıyla, ehl-i imanı birbirine bağlayan bağları bilemez olduk.

Önce bu memleketin dağına taşına Türklük işlendi. Türkçülük yapıldı. Irk ön planda tutuldu. Bu vatanda yaşayan diğer unsurlar göz ardı edildi. Sahte bir hamiyetfüruşluk aldı başını gitti. Belli ki bu dessas planın bir parçasıydı ki bu memlekette yaşayan diğer unsurların da ırkçılık damarı sürekli tahrik edildi. Etki tepkiyi doğurdu. Başka unsurlar da kendi milliyetlerini birinci sıraya aldılar.

İnsanları birbirine bağlayan öncelik ırkları oldu ve din kardeşliği duygularımız iyice zayıfladı. Bu vatanda yaşayan iki ana unsur olan Türkleri ve Kürtleri birbirlerine düşürdüler.

Geçmişten günümüze en çok başımızı ağrıtan bu problemi; Cumhuriyet’in başında da gören Bediüzzaman Hazretleri; Sultan Abdulhamit döneminden beri dillendirdiği ve hayata geçirilmesi konusunda canhıraş gayret sarfettiği, Medreset’üz Zehra projesiyle halletmek istiyordu.

Zira Bediüzzaman bu mes’elenin içerisindeydi. Olayı bizzat canlı yaşıyordu. O bölgeden yükselecek olan unsuriyetçilik fikrinin toplumu, memleketi yangın yerine çevireceğini görüyordu.

Bu gün otuz–kırk bin cana mal olan bu fitnenin, o günden habercisi olan, o talebesinin İstanbul’daki eğitiminden sonraki aldığı hal üzerine

“Eyvah…! Sen ne kadar bozulmuşsun”

diyordu.

Bediüzzaman’ın1922 Meclisinde dağıttığı beyanname, tarihe şahitlik edecek kıymettedir. Ve çok çok önemlidir.

“Başka vilayetlerde sırf fünun-u cedîde okuttursanız da, Şark’ta her halde, millet vatan maslahatı namına, ulum-u diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türk’e hakiki kardeşliği hissedemeyecek.” (3)

Bu altın kıymetindeki sözler kulak ardı edildi. Bu vatanda unsuriyetçiliği ön planda tutan eğitim modelleri uygulandı. Bu Şark’ta da uygulandı Garp’ta da uygulandı

BEDİÜZZAMAN’A EYVAH DEDİRTEN TALEBESİ

Bediüzzzaman Said Nursî, hayatının üçüncü “Eyvah”ını bakın hangi konuda, nasıl bir hadiseden sonra söylemiştir?

1922 TBMM’de milletvekilleriyle aralarında geçen bir bahsi eserlerine de yansıtan Said Nursî, vekillerin, “Sen sırf İslamiyet noktasında gidiyorsun, halbuki şimdi Garplılara benzemek lazım” sözleri üzerine şöyle demektedir:

“Hatta o zamandan evvel Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde hamiyetli ve gayet zeki o talebem ulum-u diniyeden aldığı hamiyet dersiyle her vakit derdi, ‘Salih bir Türk elbette fasık kardeşimden, babamdan bana daha ziyade kardeş ve akrabadır.’ Sonra aynı talebe talihsizliğinden sırf maddi fünun-u cedîde okumuş. Sonra ben dört sene sonra onunla görüştüm. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: ‘Şimdi ben Rafızî bir Kürdü, salih Türk hocasına tercih ederim.’ Ben de ‘Eyvah!’ dedim. ‘Sen ne kadar bozulmuşsun.’ Bir hafta çalıştım. Onu kurtardım. Eski hakikatli hamiyetine çevirdim.

“Sonra Meclis-i Mebusandaki bana muhalefet eden meb’uslara dedim, ‘O talebenin evvelki hali Türk Milletine ne kadar lüzumu var. Ve ikinci halinin ne kadar vatan menfaatine uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum.’’( 4 )

Maalesef ki; Bediüzzaman’ın reçetesinin haricindeki uygulamalar bu memleket evlatlarına çok pahalıya mal oldu.

Atilla Yılmaz

Dipnot:
1-Prof.Dr.Turhan Feyzioğlu. Atatürk ve Milliyetçilik. Türk Tarih Kurumu Basımevi. Ank. 1986.. s.3,4
2-Murat Kılıç. Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Milliyetçiliğinin Tipolojisi. S. Demirel Ün. At. İlk. Tar. Bl. SDÜ Fen-edb. Fak. Sos. Al. Derg. 2007.Sayı 16
3-Bediüzzaman Said Nursi. YAN. Emirdağ lah.s.403
4-Age.s.403

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*