Bediüzzaman’ın hizmet metodu

Bediüzzaman’ın altı bin sayfalık külliyâtı, hizmeti ve duruşuna baktığımızda nezîhâne ve nâzikane kavl-i leyyînin (yumuşak dilin), onun usûlünün ve üslûbunun esası olduğunu görüyoruz. Âhir zaman nur yolcusu, dakîk (ince) imanî meselelerin mizansız (ölçüsüz) mücadele tarzında bahsinin zararlı olduğunu, îtidâl-i dem ve müdavele-i efkâr (fikir alış verişi) sûretinde bahsinin caiz olduğunu vurgulamıştır.1

Ayrıca yumuşaklık ve güzellikle hareket edilmedikçe, savunulan fikirler ne kadar güzel, ne kadar kabule şâyân olursa olsun karşı tarafça pek benimsenmez. Bu yüzden Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri tebliğ ve irşatta şefkatli bir dil kullanılmasını tavsiye etmiştir. Yine Nur’un sayfalarında karşımıza çıkan “Ulum (ilimler) ve fünunun (fenlerin) en parlağı olan belâgat (hitap ettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatli söz söyleme san’atı) ve cezalet (kelimeleri yerli yerinde güzelce kullanma) bütün envâıyla âhir zamanda en mergub (rağbet edilen) bir sûret alacaktır. Hatta insanlar kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek ve hükümlerini birbirine icrâ ettirmek için en keskin silâhını cezâlet-i beyandan (sözün güzel ifade edilmesinden), en mukâvemetsûz kuvvetini belâgat-ı edâdan alacaktır”2 ifadeleri ise konunun ehemmiyetini te’yid eder nitelikte veciz bir söylemdir.

Asrın şefkatli müellifi hüznün her rengini tattı, her türlü elem ve keder gömleğini giydi. 35 yıl boyunca çekmediği cefâ, görmediği ezâ kalmadı. Bütün ömrü harp meydanlarında, esaret zindanlarında yahut memleket mahkemelerinde, hapishanelerinde geçti. Memleket memleket sürgüne yollandı, defalarca zehirlendi, türlü türlü hakaretlere maruz kaldı. Kendisine sıkıntı verenlere bedduâ bile etmedi. Bu tavrı onun asla tahribe yönelmediğinin, tahripçileri bile tahrip etmeyi düşünmediğinin en açık göstergesiydi. Bu müsbet hareket prensibini sadece şahsıyla sınırlamadı, kendisinden sonra gelecek nurlu takipçilerine vasiyet olarak bıraktı.

Risâle-i Nur’un insan eksenli, sevgi odaklı hizmet metodu, toplumun bütün kesimlerini kucaklıyor. Onun güçlü îzah, irşat ve ikazları, orijinal tesbitleri Kur’ânî ve Nebevî tebliğ metodudur. Bu bağlamda hizmet metodumuzda karşımıza çıkan ya da çıkarılan hoca, şeyh ve diğer âlim zatlara, inkâr ehline, kitap ehline tavrımızdaki İslâmî ölçütün ne olması gerektiğinin cevabını da yine Nur’un sayfalarında bulabiliyoruz.

“O âlim ve vâiz zata benim tarafımdan selâm söyleyiniz. Benim şahsıma olan tenkidini, itirazını başım üstüne kabul ediyorum. Sizler de o zatı ve onun gibileri münâkaşa ve münâzaraya sevk etmeyiniz. Kim olursa olsun madem imanı var, o noktada kardeşimizdir. Bize düşmanlık da etse mesleğimizce mukabele edemeyiz. Çünkü daha şiddetli düşmanlar ve yılanlar var. Elimizde nur var, topuz yok. Nur incitmez, ışığı ile okşar. Ve bilhassa ehl-i ilim olsa ilimden gelen enâniyeti de varsa enâniyetlerini tahrik etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar ‘Boş lâf konuşanlara rastladıklarında vakar ile oradan geçip giderler’3 düsturunu rehber edininiz. Fikren bir yanlışı varsa da affediniz. Değil onlar gibi ehl-i diyanete ve tarikate mensup Müslümanlar, şimdi bu acîp zamanda imanı bulunan ve fırka-i dâlleden bile olsa onlarla medâr-ı niza (kavga, çekişme sebebi) noktaları münâkaşa etmemeleri hem bu acîp zaman, hem mesleğimiz, hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor.”4

İnkâr ehline karşı hareket tarzımız ise yine Nur’un müellifi tarafından şu şekilde belirlenmiş: “Bir insana zâtı için değil, kötü sıfatları için düşmanlık edilir.”5 O halde biz kâfirin küfür sıfatına düşman olacak, o sıfatı taşıdığı için de onu sevmeyeceğiz. Ama inkârdan kurtulmasına, necatına, hidayetine de sevgiyle, şefkatle gayret edeceğiz.

Kitap ehline karşı tavrımızda da Risâle-i Nur’un menbâı Kur’ân-ı Kerim’de gayet açık ve net olarak şöyle belirtilmiş: “Kitap ehliyle ancak en güzel yoldan mücadele edin. Güzellikle, yumuşaklılıkla, delil ve ispat yoluyla Hakk’ı anlatın.” Zaten muhabbet fedâisi olmayan hiçbir hareket artık hayat şansına sahip değil.

Güneşten daha parlak, Cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirin bir hakikate hayatını vakfetmiş nurlu yolun yolcuları ise, bu prensipler ışığında Kur’ân ve imana hizmet vazifesine şevk ve gayretle devam etmelidirler.

Dipnotlar:

1- Kastamonu Lâhikası s. 42.

2- Sözler.

3- Furkan Sûresi.

4- Kastamonu Lâhikası s. 191.

5- Münâzarât.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*