Bediüzzaman’ın Medresetüzzehra projesi ve önemi

Üstad Bediüzzaman’ın hayatında dört büyük hayali olduğunu hem Risâlelerdeki ifadelerden, hem de birçok canlı hatıradan dinledik.

Bunlar:
1. Risâle-i Nur’un serbestçe yayılıp, okunup, anlaşılması.
2. Medresetüzzehra projesi.
3. İttihad-ı İslâm.
4. Ayasofya’nın ibadete açılması.

şeklinde ifadesini buluyor.

Tam bir dâvâ ve gerçek bir hayat adamı olan Bediüzzaman, modern tarifle “aksiyoner bir hayat” yaşamış ve hayatı boyunca bazı değerlerden ve inançlarından asla vazgeçmemiş ve taviz vermemiştir.

O düşünce dünyasında, “insanı” hayatın merkezine koymuş ve insanla ilgili temel hakları en kuvvetli ve cesaretli bir şekilde sağlam delil ve gerekçelerle savunmuş ve desteklemiştir.

Dünyevî değerler manzumesi olan bu temel unsurları şöyle sıralayabiliriz:

Hürriyet-i Şer’iye, Meşrûtiyet-i Meşrûa, eğitim (maarif), ilim tahsil etmek. Eğitim yuvaları olan medreselerin, dershanelerin açılması, desteklenmesi, yaşatılması; adalet, hakka tarafgirlik, sistem ve müesseseleşmek.

Bunun yanında Bediüzzaman, insanın tatbiki hayat olarak da, düşünce olarak da en fıtrî ihtiyacı olan manevî değerler açısından da şu faziletli değerlerin taşınması ve yaşanmasını gerekli görmüştür. Ferdî, ailevî ve toplum hayatı için vazgeçilmez olan bu manevî güç ve değerleri de:

Tam bir ihlâs, hakikî bir samimiyet, ruhî bir hasbîlik, gerçek bir saydamlık ve berraklık, halis bir uhuvvet, medenî bir cesaret, üstün bir hamiyet, vefalı bir fedakârlık, hakikî bir tesanüd, sarsılmaz bir ittihad ve tam bir teslimiyet olarak ortaya koymuştur.

Hayat serüvenine baktığımız zaman ateşpâre-i zekâ olan asrın manevî tabibi ve rehberindeki bu müthiş fıtrat ve kabiliyetin; vehbi ilminin yanında, ulvî gayesi, sarsılmaz ideali, derin feraset ve vizyonlu fikir ve düşünceleriyle hayatı doğru okuyup, doğru yorumladığını, müsbet mana ve Kur’ân’a uygun olan değişim ve gelişime taraftar olup fevkalâde bunları müdafaa edip desteklediğini ve hayata tatbik ettiğini görüyoruz. Birinci, İkinci, Üçüncü Said dönemlerindeki olaylar, bu olaylara getirdiği yorum ve değerlendirmeler, gelen zamanları ve asırları kucaklayacak boyuttaki vizyon ve tesbitleriyle, gerek ülkemiz, gerek İslâm âlemi, gerekse de insanlık âlemine yaptığı hizmetleri artık dünya takdir ediyor.
Bediüzzaman sarsılmayan çizgisiyle bu millete ve insanlığa gerçek manada birçok konuda rehberlik ve yol göstericilik yapmıştır.

Çünkü onun kuvvetli inancı, şaşmayan ideali, kırılmayan çizgisi, sarsılmayan iradesi ve hedefi; kesinkes İlâhîliğin ve vahyin yanında yer alması ve bu çizgiden hayatı boyunca asla taviz vermemesi fikirlerinin bugün geçerliliğini koruduğunun ana unsurudur.

İnsan eğitimine bu kadar önem vermenin neticesidir ki, Medresetüzzehra projesinden hiçbir devirde vazgeçmemiş ve kendi ifadesiyle “elli beş sene” bu ideali her zaman ve zeminde müdafaa ederek arzusunu dile getirmiştir.

Saltanat zamanında Sultan Abdülhamid’e ve Sultan Reşad’a, Cumhuriyet devrinde Birinci Millet Meclisi’ndeki ilk milletvekillerine ve Mustafa Kemal’e, demokrasi devrinde de Reisicumhur Celâl Bayar’a, başvekil Adnan Menderese, Millî Eğitim Bakanı Tevfik İleri’ye; bıkmadan usanmadan en yüksek perdeden bu idealini detaylı ve ısrarlı bir şekilde dile getirmiş ve netice alabilmek için ne varsa yapmıştır.

Bugün, Medresetüzzehra’nın ana gayelerini Risâle-i Nur’daki çeşitli bölümlerden çıkardığımız zaman ibretle şu aşağıdaki çok önemli konular karşımıza çıkıyor:

* Anadolu’daki ehl-i mektep ve ehl-i medreseyi birbirine yardımcı olarak ittifak ettirmek.

* Asya’yı hakikî terakki ettirecek gerçek gücün ve inancın, fen ve felsefenin tesiratından çok dinî hissin olduğunu ispat etmek.

* Bu bölgedeki pek muhterem binlerle ulema, ârifin, şühedâ ve muhakkikîn olan ecdadımızın mâzideki pek kıymetli ve kudsî hizmet-i dîniyelerini yeniden harekete geçirip, manevî cihadlarını cihanşümûl bir boyutla daha geniş bir sahada yapmalarını sağlamak. (Emirdağ: Eski: 411)

* Sırf, bu milletleri karıştıran ve dışlayan, etnik kökenden başka düşünceyi kabul etmeyen ve uhuvvet-i İslâmiyeyi tanımayan felsefe ilimlerini okuyarak; İslâmî ilimleri nazara almamanın büyük problem olduğunu ve din konusunun dışında bunun çözülemeyeceğini anlatmak.

* Dışardan gelen baskı ve kuvvetin mânevî bir tahribat olmasından dolayı; bu üniversitede esas ilmin dînî ilim olması gerektiği. O mânevî tahribata karşı atom bombası gibi mânevî cihad ve kuvvetle ancak tahribatın durdurulabileceğinin bilinmesini sağlamak.

* Orta Doğuda ve doğuda; o zaman için beş milyon (şimdi 20 Milyon) olan Kürt halkının; o zamanda üç yüz milyon (şimdi 800 milyon civarında) Türk, İranlı, Hintli, Pakistanlı, Arap milletleri ve Kafkaslının birbirine komşu, kardeş ve muhtaç olmalarından dolayı bu kadar yoğun nüfusun ancak Kur’ân dersiyle, dînî eğitimle bir arada barış içinde yaşayabileceklerini göstererek, menfî ırkçılık belâsından kurtulmalarını ve bu alanda yapılan ifsat çabalarını önlemek.

* Ekser enbiyanın (peygamberlerin) Asya’da, şarkta (doğuda) çıkmasının ve çoğu felsefe ve bilim adamlarının batıda gelmelerinin, doğunun gelişmesinin din ile mümkün olacağına işaret ettiğini göstermek.

* Felsefe ilimleriyle dinî ilimleri birbiriyle barıştırmak.

* Fıtrî kanunu nazara almadan, sadece “batılılaşmak” adına an’ane-i İslâmiyeyi bırakmanın ve lâiklik adı altındaki düşüncenin yanlışlığını ve problemi çözemeyeceğini göstermek.

* Hakikî, müsbet, kudsî ve çok kapsamlı olan “ümmet” ve İslâmiyet milleti kavramıyla; “Mü’minler kardeştir” âyetinin gereği olan, Kur’ân ahkâmının tam anlaşılmasını ve çare olduğunu ispat etmek.

* Orta Doğuda genel bir barışın sağlanabilmesi için; bölge ve dünya siyaseti noktasındaki büyük meselelere siyaset ilmi noktasından eğilecek ve en etkili olabilecek, temel taş ve birinci kalenin ancak böyle bir üniversiteyle mümkün olabileceğini, böyle bir üniversitenin vatana, devlete, millete ve İslâm milletine çok büyük bir hizmete vesile olacağını nazara vermek.

* Türklerin, İslâm milletinin kahraman bir ordusu olduğunu, İslâmiyete, imana çok hizmet etmiş olmalarının tesbit ve takdirini öne çıkarıp anlatılmasının gereğini vurgulamak. Hakikî din kardeşliğinin ancak dinî bilgilerin tam olarak verilmesiyle mümkün olacağının ve harici düşmanlara karşı yardımlaşma ve dayanışmayla birlikte ayakta kalınabileceğinin bilinmesini sağlamak.

Günümüzde Üstad Bediüzzaman’ın istediği vasıf ve tarzda henüz resmî bir Medresetüzzehra’nın tesis edilmiş hali mevcut değildir. Ama istikbalde olabileceğine dair işaretler vardır. Ama Allah’a şükür ki; “Medrese-i Nuriyeler” Medresetüzzehra’nın manevî ruhu ve aslını yıllardan beri taşımaktadır. Bununla ilgili bahis şudur: “Herbir adam eğer hanesinde dört beş çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük medrese-i Nuriyeye çevirsin. Eğer yoksa yalnız ise, çok alâkadar komşularından üç-dört zat birleşsin ve bu heyet bulundukları haneyi küçük bir medrese-i Nuriye ittihaz etsin. Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş on dakika dahi olsa Risâle-i Nur’u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, İhlâs Risâlesi’nde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olurlar.” (Emirdağ L. (eski), s. 338, Mek. No: 297) Bu noktayı kaçırmayalım ve hepimiz evlerimizde tatbik etmeye başlayalım.

Medresetüzzehra’nın manevî bir merkez olarak Isparta ve civarı olduğuna işaret eden:

“Hadsiz şükür olsun ki, Isparta tam bir Medresetüzzehra ve Camiü’l-Ezher olacağını ve olmaya başladığını, kahraman talebelerinin bu ağır şerait altında sarsılmadan faaliyetleri ispat ediyor” ifadelerinden anlıyoruz. (Emirdağ: Eski: 124, Mek. No: 86)

Bu Medresetüzzehra’nın sermayesi, bütçesi, kadrosu, elemanlarına da bir yerde işaret edilmiş: “Benim vefatımdan sonra, benim emaneten elimde bulunan Risâle-i Nur sermayesi, hem mu’cizâtlı Kur’ânımızı tab ettirmek için Eskişehir’de muhafaza edilen sermaye, o Kur’ân’ın tevafukla ve fotoğrafla tab’ına ait. Yanımızdaki sermaye ise, Risâle-i Nur’un sermayesidir. O sermaye, Cenâb-ı Erhamürrahimîne hadsiz şükür olsun ki, yetmiş küsur sene evvel, o zamanın âdetine muhalif olarak, kendim fakirliğimle beraber onların tayınlarını verdiğime bir ihsan ve lütf-u Rabbânî olarak, o zamandan elli altmış sene sonra Cenâb-ı Erhamürrâhimîn o örfî âdete muhalif kaidemi mânevî ve geniş Medresetüzzehra’nın hâlis ve nafakasını temin edemeyen ve zamanını Risâle-i Nur’a sarf eden talebelerine aynen ve eski zaman ihsan-ı İlâhî neticesi olarak şimdi yanımızdaki sermaye onların tayınlarıdır ve tayınlarına sarf edilecek. Ve kaç senedir benim yaptığım gibi, benim mânevî evlâtlarım, benim vereselerim aynen öyle yapmak vasiyet ediyorum. İnşaallah tam Risâle-i Nur intişara başlasa, o sermaye şimdiki fedakâr, kendini Risâle-i Nur’a vakfeden şakirtlerden çok ziyade fedakâr talebelere kâfi gelecek ve mânevî Medresetüzzehra ve medrese-i Nuriye çok yerlerde açılacak, benim bedelime bu hakikate, bu hale mânevî evlâtlarım ve has ve fedakâr hizmetkârlarım ve Nura kendini vakfeden kahraman ve herkesçe malûm kardeşlerim bu vasiyetin tatbikine yardımlarını rica ediyorum. Risâle-i Nur itibarıyla bana hiç ihtiyaç kalmadığı için, âlem-i berzaha gitmek benim için medâr-ı sürurdur. Siz mahzun olmayınız. Beni tebrik ediniz ki, zahmetten rahmete gidiyorum. Çok hasta Said Nursî” (Emirdağ: Eski:447/8, Mek. No: 366)

Başka bir yerde de; “Risâle-i Nur’un verdiği sermaye ile, şimdi mânevî Medresetüzzehranın dört beş vilâyetinde hayatını Risâle-i Nur’a vakfeden ve nafakasına çalışmaya zaman bulamayan fedakâr Nur Talebelerinin tayınatına acip bir bereketle kâfi gelen ve Nur nüshalarının fiyatı olan o mübarek sermayeyi ben öldükten sonra da o hâlis, fedakâr kardeşlerime vasiyet ediyorum ki, altmış yetmiş sene evvelki kaidemi yetmiş sene sonraki şimdiki düsturlarıma aynen tatbik etsinler. O düstur-u hayatının, bir işaret-i gaybiye ile altmış yetmiş sene sonra o kanaat ve istiğnanın bir meyvesi inâyet-i İlâhiye ile ihsan edildi ki, o kadar mahkemeler ve yasaklar ve müsadereler ve eski hurufla izin vermemekle beraber, kaç senedir dört beş vilâyet vüs’atindeki mânevî Medresetüzzehranın fedakâr talebelerinin tayınatını Risâle-i Nur kendisi hediye etti.” (Emirdağ: Eski:433, MEK. NO: 357)

Geçen Pazar günü İzmir’in Payamlı Beldesindeki pikniğe yapılan dâvete icabet ettik. Sakin ve şahane piknik alanında çevre il ve ilçelerden gelen dostlarımızla çok geniş bir şekilde bu manayı tezekkür ve tefekkür edip iç dünyamızda bunu tesis etmeye çalıştık.

Dünyanın en geniş, en samimî, en faal, en mutlu ve sistemli üniversitesi olan mukaddes dâvâ Risâle-i Nur Hareketinin bereketli semeresi olan “Medresetüzzehra Projesi” mana âleminde devam ediyor. Maddî şekli de bir gün tahakkuk edecektir inşaallah. Kader-i İlâhînin rahmetinden ümitle bunu bekliyoruz. Ne mutlu o üniversitenin samimî ve halis müntesiplerine!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*