Bediüzzamanın Mirası

“23 Mart 1960 da vefat eden Bediüzzaman, çok büyük bir miras bıraktı.”

Bu haberi duyan ve görenlerden bazıları belki büyük bir tepki gösterebilir. Çünkü bu haber hem doğrudur hem yanlıştır; verilecek manâ, bakış açısına göre değişik olur. Miras, dünya malı olarak düşünülürse, bu haber gerçeğe tamamen aykırıdır. Manevî zenginlik olarak düşünüldüğünde ise, çok doğrudur.

Kur’an ve hadisten süzülmüş asrın idrakine uygun manâların bunları anlayan ve icabına göre yaşayanlara Allah’ın (c.c.) rızasını ve O’nun ebedî nimetlerinin olduğu cenneti kazandırabileceği düşünülürse, Bediüzzaman’ın manevî mirasının ne kadar büyük olduğunu kabul etmekte güçlük çekilmez. o­nun, Âlimler, peygamberlerin vârisleridir. hadisi mucibince peygamberimizden tevarüs ettiği bu manevî mirasından biz de pay almışız ve pay alan, dünyanın her tarafında çeşitli milletlerden milyonlarca insan var. Bu mirastan talepte bulunanların, sulh hukuk mahkemelerinde dava açıp hakim kararı almak için uğraşmalarına da ihtiyaç yok. Ben de mirasçıyım.” diye düşünüp hareket edebilmeleri kâfi olabiliyor. Reddi miras talebinde bulunmak için de durum ayni şekilde ve mahkemede dava açmağa ihtiyaç yok.

Bu öyle büyük bir miras ki, milyonlarca vâris gece gündüz kendi miras paylarını yemekle uğraşsalar, tüketmek bir yana, miras paylarını daha da arttırabiliyorlar!

Bu mirasın maddî zenginlikle ilgili miraslarda olduğu gibi, mirasçıları arasında kavgası da olmuyor; çünkü kime ne kadar isterse veriliyor.

Böyle bir mirastan pay almak veya payını arttırmak isteyen ne kazanabilir; bu mirasa ilgisiz kalan ve “Reddi miras”ta bulunan ne kaybedebilir? Düşünmeğe değmez mi?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*