Bediüzzaman’ın mücadelesi

Büyük tartışmalar eşliğinde gösterime giren “Hür Adam”ın yankıları devam ediyor. Eksiklikleri bir yana; film Bediüzzaman’ı gündeme taşıması bakımından önemli bir hizmeti ifa etti. Yavaş yavaş entelektüel ve akademik zeminlere de sıçrayan tartışmalar sayesinde yeni nesiller yakın tarihle yüzleşme imkânını ve Bediüzzaman’ı daha yakından tanıma fırsatını bulacaklardır. Bu sayede Türkiye normalleşecek, bizim ‘tabular’ diyerek feveran ettiğimiz duvarlar yıkılacaktır.

Filmle ilgili tartışmaların odağında Bediüzzaman’ın Mustafa Kemal ile görüşmesi sahnesi var. Bu görüşmenin varlığı artık ispatlanmış durumda. Bizzat Bediüzzaman’ın şahsiyeti ve o dönemdeki nüfuzu bile bu görüşmeyi ve içeriğini doğrulayacak niteliktedir. Öyleyse biz bu görüşmeleri nasıl okumalıyız? Tartışmayı, Mustafa Kemal ve Bediüzzaman’ın şahsî mücadelesi olarak mı algılamalıyız; yoksa insanlık tarihinin kadim çatışmalarından biri olan iman ve küfür muvazeneleri içinde mi değerlendirmeliyiz?

Bediüzzaman Said Nursî ve Mustafa Kemal görüşmesi resmî görüş yanlılarınca menkıbe, öykü, iddia ya da cemaat efsanesi olarak değerlendirildi. Tarihçe-i Hayat’ta yazılanları delil olarak kabul etmeyen karşı duruşa göre, Said Nursînin namazla ilgili meseleden çıkan tartışmada, iki parmağını uzatarak Mustafa Kemal’e “Namaz kılmayan haindir” demesi, Mustafa Kemal’in de geri adım atarak özür dilemesi mümkün değildir. Aslında burada öne çıkarılması gereken husus, görüşmenin mahiyeti ve anlaşamadıkları nokta olmalı ki, Bediüzzaman’ın dâvâsı makes bulabilsin.
Bediüzzaman ile Mustafa Kemal neden anlaşamamışlardır? Bediüzzaman neden Ankara’da kalıp mücadele etmemiş, Van’a çekilmek ihtiyacı duymuştur? Bediüzzaman, Mustafa Kemal’le siyasî bir mücadeleye girişmediği halde neden sürgünlere, hapis ve işkencelere maruz kalmıştır? Bunlar, Bediüzzaman’ın dâvâsının anlaşılabilmesi için asıl cevap bulması gereken sorulardan sadece birkaçıdır.
Öncelikle şunu vurgulamak gerekir ki, Mustafa Kemal de Bediüzzaman da iyi birer stratejisttir. Mustafa Kemal, dinî reddeden bir laiklik anlayışından beslenen ve Türk milliyetçiliğine dayalı bir ulus devlet modelini amaçladığını, Meclisi birlikte açtıkları ulema ve zafer kazandığı silâh arkadaşları ile daha önceleri paylaşmış değildir. Mustafa Kemal zafer için İslâmî motifleri çok iyi kullanmasını bilmiş ve yanında âlim ve hocalarla birlikte duâlarla meclisi açmıştır. İlk meclisin yapısı itibariyle kafasındaki planları uygulamak için çatışmayı, kavgayı göze alacak durumda da değildir. Mustafa Kemal, çok sesliliğe sahip ve çeşitli gruplardan oluşan ilk Mecliste bir denge politikası gütmüş, muasır medeniyetler seviyesi olarak belirlediği hedefiyle ilgili icraatlerini aşama aşama gerçekleştirmiştir. Meşrûiyetini İslâmî kimliğinden alan bu mecliste  Mehmet Akif, Ali Şükrü Bey, Kâzım Karabekir gibi, Bediüzzaman’ın beklentilerine benzer şekilde İslâmî açılımlar bekleyen bir çok isim vardır. Bütün iplerin Mustafa Kemal’in elinde olduğu, jakoben bir yapıya bürünen ikinci meclise kadar, Mustafa Kemal’in herkesle iyi geçindiği, birçok âlimi ve bürokratı çeşitli tekliflerle birlikte çalışmaya ikna ettiği, ikna olmayanları da çeşitli yollarla tasfiye ettiği, inkılâplar için tehdit olarak gördüklerini Ankara’dan uzaklaştırdığı bilinmektedir.

Zafer sonrası, Mustafa Kemal ve Bediüzzaman nasıl bir yol ayrımında olduklarını çok iyi fark etmişlerdir. Bu yol ayrımının eşiğinde, güç ve iktidarı eline almaya başlayan Mustafa Kemal, önce Bediüzzaman’ı yanına almak istemiş, Bediüzzaman’ı ikna edemeyince onu Ankara’dan sürgün ve tecritlerle uzaklaştırmıştır. Bediüzzaman da daha ilk görüşmede bu yol ayrımının farkına vararak Mustafa Kemal’le neden çalışılamayacağını anlamış, onun projelerini hissetmiş-öngörmüştür. “Şu inkılâb-ı azimin taşları sağlam gerek” diyerek Mustafa Kemal’e ve meclise nasihat ve ikazda bulunan, dini kaygılarını dile getiren Bediüzzaman, beklentilerinin karşılıksız kalacağını anlaması ile birlikte farklı bir yol haritası belirlemiştir.  Bediüzzaman’ın Ankara’dan ayrılışı, sonraları sürgün ve hapisler karşısında fiilî bir hareket içerisine girmeyişi korkusundan değil,, bundan sonraki mücadelenin nasıl olması ve hangi zeminlerde yürütülmesi gerektiğini çok iyi bilmesinden ötürüdür; iyi bir strateji takip ederek, bir şahs-ı mâneviyi temsil eden “semm-i katil” hükmündeki fikirlere karşı, ancak bir şahs-ı mânevî oluşturarak fikren galip gelineceğini anlamış olmasındandır. Bu bağlamda Bediüzzaman’ın stratejisi ve mücadelesi bizatihi bir dâvânın adıdır. Bu dâvâ, Kur’ân hakikatlerinden beslenen, hak ve hakikat odaklı iman dâvâsından başka bir şey değildir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*