Bediüzzaman’ın Türkiye-Suriye sınırı tesbiti…

Suriye’deki iç savaşın ve PKK’nın Suriye kolu PYD ile El Kaide’nin uzantısı El Nursa cephesi arasında yirmi gündür süren çatışmaların yeniden şiddetlenmesiyle Rasulayn’da birçok eve kuruma mermilerin, havan toplarının isabet etmesi, Türkiye- Suriye sınırını yeniden gündeme getiriyor.

Gerçek şu ki, Birinci Dünya Savaşı’nda İslâm dünyasını ve Ortadoğu’yu bölüştürüp paylaştıran Batılılar, cetvellerle çizdikleri sun’î sınırlarla, ufaltarak dilimledikleri Osmanlı bâkiyesi ülkelerde mezhebî ve etnik iftirakları körükleyecek fitneler ilka etmişler.

Böylece ecnebi işgalci zâlimler bölgeden çekilseler bile, komşu ve kardeş ülkelerin ve halkların birbirlerine düşüp çekişmesine, kavga ve çatışmalara Müslüman komşuları birbirine kırdıracak ihtilâflarla baş başa bırakmışlar.

Bütün bölgede ve iki yıldır Suriye’de körüklenen iç savaşta, İslâm âleminin baş sömürgecisi İngilizlerin ve Batılı istilâcı ortaklarının, hiçbir fizikî ya da demografik yapıyı, sosyal ve kültürel unsuru nazara almadan, kentlerin, yerleşim birimlerinin ortasından geçirilen, demiryolunu dahi yer yer sınırın iki tarafında bırakan, akrabaları ve hatta âileleri tel örgülerle ayırıp böldükleri sınırda fitne senaryolarıyla tefrika oyunları oynanıyor.

Bu fitne ile ecnebilerin “sınır komplosu”nu sırıtıyor. Suriye’nin yanısıra Türkiye, İran, Irak’tan koparılarak dört parçadan oluşturulması plânlanan, İsrail’in ve emperyal ecnebilerin güdümündeki “Büyük Kürdistan” projesine zemin hazırlanıyor. Kuzey Irak’tan sonra terör örgütlerinin yuvalandığı kontrolsüz “Kuzey Suriye”de “Rojava- Batı Kürdistan” oluşturuluyor…

“TÜRKİYE İLE SURİYE’Yİ BİRLEŞTİRMEK MECBURİYETİ…”

Aslında 1955 Sonbaharında, talebesi Abdülkadir Badıllı’nın Isparta’da ziyaretinde, “Urfa taşıyla toprağıyla mübârektir, Urfa’ya gelmeyi çok düşünüyorum” diyen Bediüzzaman’ın “Urfa’ya dâveti”ne verdiği cevap, zâlim yabancı işgalci güçlerin İslâm coğrafyasında ve özellikle Ortadoğu’da Müslüman halklar arasındaki sun’î sınırların menhus maksadın deşifre eder. (Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, 2. Baskı, C. 1, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1980)

Bediüzzaman’ın “Evet, Urfa’ya gelmeyi düşünüyorum. Fakat şimdi şu anda gelsem Suriye ile Türkiye’yi birleştirmek mecburiyetinde kalacağım, bu da şimdi olmaz” mânidâr ifâdesi, Türkiye ve Suriye arasında hiçbir maslahatı olmayan sınırın, ecnebilerin Müslümanları ayırmak, ırkçılık ve tefrika zihniyetiyle birbirine hasım hale getirme plânını ele verir. Aynı inancı, aynı tarihi, aynı kültür ve medeniyeti paylaşan, birbirine, kardeş, komşu ve dindaş halkları ayırma plânını açığa çıkarır.

Bundandır ki Bediüzzaman, İskenderun’dan Nusaybin’e uzanan bir asırdır bölgedeki Müslüman akraba halkları ayıran sınırın menhus maksadına dikkat çeker. Birinci Dünya Savaşında “Avrupa zâlim hükûmetleri zulümleriyle, Sevr Muâhedesiyle âlem-i İslâma ve merkez-i hilâfete ettikleri ihânet”le Osmanlıyı yıkma ve Müslüman halkları tefrika fitnesi komplosuna karşı ikaz eder.

“Harb-i Umumî neticesinde yine o sû-i kast niyetiyle, Kur’ân’ın zararına gâyet ağır şerâitle (şartlarla) -ecnebi zâlimlerin- kâfirâne fikirlerini icrâ etmek plânı” ve “devlet-i İslâmiyenin (Osmanlının) nurunu söndürmek niyetiyle müthiş bir su-i kast plânı”  olarak tanımladığı Sevr’le, çeşitli fitne ve desîselerle Müslümanları ihtilâfa sürükleme, birbirlerinden koparma plânına karşı müteyakkız olmaya çağırır. (Kastamonu Lâhikası, 17)

“KOMŞU, KARDEŞ VE BİRBİRİNE MUHTAÇ…”

Yine bundandır ki, “Türk hamiyetperverleri ve milliyetperverleri” dediği Osmanlı münevverlerini, idârecilerine ve Cumhuriyet dönemi yöneticilerine bu “gaddârâne muâhede”nin vâhim neticelerine karşı uyanık olmayı uyarır. Sevr’i Osmanlı coğrafyasını bölmek ve parçalamak suretiyle bâkiyesi Müslüman milletleri, toplulukları çeşitli ırkî ayırımlar, mezhebî farklılıklar üzerinde tefrika ve düşmanlıklar meydana getirmeyi ve Anadolu’nun ecnebi devletler tarafından taksimini amaçlayan “müthiş su-i kasd” olarak tanımlar.( Şuâlar, 619)

İngiliz Murahhas Heyeti Reisi Lord Gürzon’un’un ikrarıyla, “Türkiye’nin İslâmî alâkasını ve İslâmı temsil rolünü kendi eliyle çözmesi” hedefiyle, “Türkiye’yi mazisindeki ruh ve mukaddesâtı kökünden ayırma” amacıyla dayatılan Sevr’in maskelenmiş hali “Lozan antlaşması”yla hahambaşı Haim Naum’un “müthiş plânı”nı nazara verir. (Emirdağ Lâhikası, 277-8)

“Irkçılığın istimâli ile mübârek kardeş Arapların mücâhid Türklere karşı” tahrikine dikkat çeken Bediüzzaman, ecnebilerin, asırlarca beraber yaşamış, “komşu, kardeş ve birbirine muhtaç” akraba milletleri karıştıracak, “İslâm kardeşliğini tanımayan” düşmanlar haline getirme stratejisini nazara verir. (a.g.e., 437-440)

1911’de Şam’da Emeviye Camiinde aralarında yüzden fazla âlim bulunan on bini aşkın cemaate verdiği hutbede, ecnebilerin başta “iki büyük ve muazzam tâife olan Arap ve Türk gibi hâkim milletler” olmak üzere, dünyevî ve uhrevî saadetlerinin, maddî ve manevî kalkınmaları birbirine bağlı Müslüman milletlerin aralarındaki maddî ve mânevî yardımlarının ehemmiyetini bildirir…

Bediüzzaman’ın “Türkiye- Suriye sınırı” tesbiti, hudut bölgesinde silâhlı muhalefet arasında egemenlik çatışmasıyla iç savaşın alevlenmesiyle, Ankara’nın tanıdığı belirtilen “otonomi” ilânıyla Suriye’nin kuzeyinin koparılıp ülkenin mezhebî ve etnik tefrikayla bölünüp parçalanmasının tetiklenmesiyle bir defa daha teyid ediliyor…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*