Bediüzzaman’ın vasıfları ve ‘sadakat’ borcumuz

* Bediüzzaman az konuşur, çok tefekkür ederdi.

* Yatsı namazından sonra yatıp, iki-üç saat sonra kalkıp, “teheccüd” namazını kılar, sabah namazına kadar Kur’ân, tesbihat, Cevşen okur, hazin hazin duâ ederdi. Sabah namazından sonra da kuşluğa kadar aynen devam ederdi. Duha (kuşluk) namazını kıldıktan sonra öğleye kadar talebeleriyle ders yapardı.

* Azamî takvaya riâyet eder, mahkeme safahatı devam ederken bile namazını terk etmezdi.
* Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de vazifeli olduğu yıllarda, aldığı maaştan zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak derece çok az bir miktarını kendisine ayırdıktan sonra geriye kalanıyla kitaplarını bastırıp, meccânen (ücretsiz) millete dağıtmak suretiyle, milletin malını yine millete iade ederdi. “Maaştan bana kut-i lâyemut (ölmeyecek kadar) caizdir; fazlası millet malıdır. Bu suretle millete iade ediyorum” derdi. Geçiminde zârûretten fazla bir masrafa girmezdi. Yaşama şartlarını asgariye indirmesini bilmişti. Bedeni zindanda iken, rûhunu saraya çevirmişti.

* 23 (bazı kaynaklarda 29) sefer zehirlenmişti. En zor, en sıkıntılı, en ağır şartlarda bile Asr-ı Saadet İslâmını, Sünnet-i Seniyye’yi bizzat yaşayarak günümüz insanına fiilen rehber olmuştu.

* Kimseden hediye; bedava yiyecek kabul etmezdi. Ağırlığının katları sayısınca altına, servet sahip olabilirdi. Fakat o, Resûlullah’a (asm) ittibâ ederek, köşkleri, milletvekilliğini, umûmî vaizliği, milyarlarca maaşı elinin tersiyle reddetti.

* Ömrünün ilk devresini ilmî sohbetlerde, münazaralarda, harp meydanlarında; son 35 senesini ise hapis-nezaret, sürgün ve işkence altında Risâle-i Nur eserlerini telif ederek geçirdi.

* 23 Mart 1960’ta, Ramazan’ın 25’inde, saat 03.00 sularında Hakk’a yürüdüğünde, dünyevî serveti iki kalem, kırık bir gözlük, seccadesi, saati, yatağı, çay takımını taşıdığı sepeti ve birkaç önemsiz eşyası idi.

* “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyen Bediüzzaman, bütün imkânsızlıklara rağmen ömrünü ilim, imân yolunda harcadı.

* Asırların çözemediği çok derin ilmî meseleleri bazen on iki saat, bazen altı saat, bazen dört saat, bazen bir saat, hatta bazen on dakika1 gibi bir zaman zarfında yazılan risâlerde Kur’ân’ın medediyle çözdü. Harp meydanında, avcı hattında, at üstünde, gülle atışları altında İşaratü’l-İ’caz gibi bir tefsiri yazdı2. Yüz yıl sonra meydana gelebilecek, teknolojik, içtimaî (sosyal/toplumsal) ve siyasî değişimleri Kur’ân ve Hadisten istihraç edip keşfetti.

* Başta Müslümanlar olmak üzere insanlığın ferdî, ailevî, toplumsal bütün hastalıklarını teşhis edip, takip edilmesi gereken stratejileri çizdi; Kur’ânî ve Nebevî ilâçlar, çareler ortaya koydu.
İşte, Erzincanlı büyük velî, Nakşibendi şeyhinin ifadesiyle “memur-i İlâhî, asrın adamı”3, müceddid ve müçtehid olan böyle bir Bediüzzaman’a ve Risâle-i Nur’a tam sadakat göstermek boynumuzun borcu olsa gerek.

Dipnotlar:

1- Kastamonu Lâhikası, s. 149.;

2- Emirdağ Lâhikası, II, 218.;

3- Yahya Alkın (Haseki Eğit. Merkezi Tefsir dersli öğretim üyesi), Yeni Asya, 25.4.2011.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*