Bediüzzaman’ın zamana akseden mektubu: Yeni Asya

(Bu yazıyı daha iyi anlayabilmek için 22.02.2013 tarihli “Bediüzzaman ve gazete” isimli yazımızı okumanızı tavsiye ederiz.)

Büyük iddia… Evet farkındayız. Önce dinlemenizi istirham ediyoruz. İspat edilmeyen iddiaları gıybetiyle geriye kabul edeceğimizi peşinen arz edelim. Yalnız Yeni Asya’nın “münhasıran” Bediüzzaman’ın mektubu olduğunu iddia etmiyoruz. Ahir zamanın ruhunu anlamış, oradaki eşhasın mahiyetini keşfetmiş, Bediüzzaman’ın Kur’ân’dan ortaya koyduğu altı bin küsûr sayfalık külliyatıyla bir bütün halinde kabul etmiş ve ona göre yazılmış her mektubu Bediüzzaman’ın mektubu kabul ederiz. Ama kırk dördüncü mübarek yaşına cemrelerin düşüşüyle giren Yeni Asya için fevkalâde iddialıyız: O Bediüzzaman’ın zamanımızdaki mektubudur.

İsm-i Rahim’e mazhar olmuş pişdarının edasıyla bütün Müslümanları şefkat kucağına almış ve bütün mü’minlerin dâvâ vekâletini üstlenmiş Yeni Asya’ nın doğumuna şahit olanlar ve şu gençliğine gelen süreci yakından tanıyanlar, hep ona şahit olageldiler. Ehl-i iman arasındaki boşlukları “uhuvvetle” ağ ağ kapatmaya çalışırken, sayfalarında kine, adavete, gıybete ve ırkçılıktan gelecek soğukluk ve nefrete müsaade etmedi. “Bütün mü’minler kardeştir” prensibini bütün anayasaların dibacesine taşımaya çalıştı. Başta Türkiye olmak üzere âlem-i İslâm içindeki barışı ilmik ilmik örerek; Türk milletiyle Arap milletleri arasına düşmanın yüz küsûr sene önce attığı adaveti bitirmeye çalıştı.  Doğu ile Batı, Avrupa ile Asya, İslâmiyet ile Hıristiyanlık arasına inşaya çalıştığı köprülerle de global dinsizliğin Fransız ihtilâlinden bu yana tahribe yöneldiği dünya barışının temellerini attı.

YENİ ASYA‘NIN HASIMLARI, AVRUPA DİNSİZLERİ İLE ONLARIN MEFTUNU ASYALILARDIR.

Yeni Asya’nın misyonu, Bediüzzaman’ın Kur’ânî tefsirini cihana neşirdir. Tıpkı Uhuvvet, Zülfikar ve İttihad gibi… Bediüzzaman henüz 1900’lere varmadan Van’ da hedefini seçmişti. Zamanın Kur’ân düşmanlığını yüklenmiş İngilize; Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez olduğunu ispat ve ilâna adamıştı hayatını… Bunu bilen İttihatçılar da onu Avrupa’dan gelen dinsizlik akımlarına karşı koymak üzere Darü’l-Hikmeti’l İslâmiye’ye tayin etmişlerdi. Bazı hürriyetçilerin dindeki laubaliliklerini muhatap almıyor, Avrupalı dinsizlere ve meftunlarına yükleniyordu… 1930’lu, 40’lı yıllarda dışarıdaki komünistlerle dahildeki masonların oyunlarına gelen Türk adliyecilerini ikaz ediyordu. Kelepçe ve prangalarını çözmelerini ve milletin dinî, millî ve örfî hayatına kast eden Avrupa kâfirleri ile mücadelede serbest bırakılmasını istiyordu.

Yeni Asya’nın şu yaşına kadar bundan başka ne yaptığını söyleyebiliriz ki… Fransız ve Bolşevik ihtilâlcilerle beraber çalışan Kemalist ihtilâlcilerin mahiyetini iplik iplik teşhir tezgâhına sererken; âlem-i İslâm adına demokrasiye yönelen Türkiye’mize darbelerle dehşetli sadmeler indiren Marksist-Kemalist ittifakların anatomilerini anlatıyor sayfalarında… Her on senede bir, değişik renk ve biçimli formalarla harekete geçen devrimcilerin korkulu rüyası haline gelmeseydi, cuntacılarca 470 gün kapatılır mıydı hiç… Ve bütün yazarları muhakeme edilir miydi? Temsilcileri, bir mevlid-i Şerif, bir İlâhî ikaz bahanesiyle zindana gönderilir miydi?

Onu Kemalizmle veya dinsizlik cereyanları ile barıştırmak için o kadar tezgâhlar kuruldu ki…  Yaptıramadıkları barışın akabinde, Çingiz’in Celâleddin’e yaptığını yaptılar. Fukaraca yaşayan Nur Talebelerinin küçük küçük himmetleriyle kurulmuş müesseselerine el konuldu , kapatıldı  ve kolluk kuvvetleriyle o fedakâr talebeleri müesseselerinden kovuldu. Ama Kur’ân dâvâsının bu yılmaz ve sebatkâr hâdimleri büyük fedakârlıklarla yeniden yola koyuldular: İttihad, Yeni Asya, Yeni Nesil, Tasvir, Hüryurt, Asya ve daha nice isimlerle…

Yeni Asya denildiğinde; millî örf, değerler ve iffetin müdafaası hatıra gelmez mi? Materyalist ve sefih felsefenin adab-ı muaşeret veya tekâmül isimleri altında insanlığa sunduğu rezaleti Yeni Asya deşifre etti. Ferde; zayıflara karşı canavar, kuvvetliler karşısında maymun üslûbu giydiren terapistlerin bu sihirli giysilerinin hangi tezgâhlarda nescedildiğini ve daha nice fıtrat bozucu ürünlerin mahiyetini Yeni Asya ortaya çıkardı. Hem de adresleriyle…

Müslüman kadının iffet dâvâsı Yeni Asya’ya ecdadından miras kalmıştı. Bediüzaman’ın 1917’den 1922’ye kadar İstanbul’da ve daha sonra 1935’te Eskişehir’de, 1943’te Denizli’de, 1948’de Afyon’da ve tekrar 1952’de İstanbul’da müdafaasını yaptığı “iffet ve tesettür” dâvâsını ihtilâllerin en karanlık ve baskıcı günlerinde bile yere bırakmadı. O; mazlûmların sesi oldu, nefesi oldu ve çoğu kez de gözyaşlarına karışarak Anadolu’nun sinesine aktı Yeni Asya…

Avrupa’nın şimalinden kopan dinsiz ve zalim 2. Avrupa’ya karşı vatanının nöbettarı olan Yeni Asya’yı Batılı dinsizler de iyi tanırlar. O coğrafyalarda Mesih’in nefesi kesilir, Galiçya, Normandiya ve Pirene cephelerinde intizar içindeki Mesihîler’e Kur’ân’dan mesajlar ve stratejiler yetiştirir.

İnsaniyetin ve İslâmiyetin esas aldığı sosyal adaleti bozanlar da, Yeni Asya’nın derin ve kalıcı tesirini iyi bilirler. Kapitalin bankalar aracılığıyla küresel sefih ve zalimlerin eline geçtiği bir dünyada Kur’ânî ölçüleri olmayan medyanın hal-i pür melalini biliyorsunuz. Yalnızca medyayı değil, sivil toplum ve siyasetin de satın alındığı bir Türkiye’de, Allah’ın izniyle Yeni Asya’nın davudî sesi hiç, ama hiç kesilmedi. Zira o, ne yasaklı meyveyi tatmış ve ne de haram sulardan içmişti.

BEDİÜZZAMAN’IN LÂHİKASI…

Kırk üç senedir cep harçlıklarıyla Yeni Asya’yı dalgalandıran gençlik de biliyor ki, Yeni Asya Barla’dan, Kastamonu’dan, Emirdağ’ından, Isparta ve İstanbul’dan dünyanın dört bir yanına ulaşan mektubudur. Bu hükmü sakın mübalâğa ile karıştırmayınız… İdarecisinden yazarına, teknisyeninden musahhihine , muharririnden müvezziine kadar, Bediüzzaman’ın Kur’ânî ve Peygamberî mesajını her gün okuyanların bütün hayalleri dâvâları değil mi? Onlar gazeteci değiller… Onlar, gazeteciliği de dâvâlarında kullanan Nur şakirtleridirler. Her sabah en az on bin musahhih ve murakıp tarafından takip edilen ikinci bir gazeteyi şu yeryüzünde gösterebilir misiniz? Y ok…   yok…

Bu lâhikanın en önemli vazifelerinden biri de, bugüne kadar yaptığı Türkçe bekçiliğidir. Otuz seneyi aşkındır Avrupa üzerinden Türk diline çarpan kültürel emperyalizme, altı bin küsur sayfalık dev bir eserin kelime, cümle ve terminolojisiyle karşı koymaya çalışıyor. İspatını isteyenler, onu arşiviyle birlikte sair günlük gazetelerle mukayese edebilirler. Garibüzzaman’ın başyazarı olduğu gazete de elbette gariptir. Hep mazlûm, mağdur ve gariplerin safında yer aldı. Ahir zamanın şerir eşhasına karşı koyduğundan, Yeni Asya ile aynı safta sebat etmek elbette zordur. Oradaki duruş, sizi “adalet karşıtı” idarecilerce dağıtılacak dünya menfaatlerinden mahrum edebilir. Hatta Benî İsrail’in Zekeriya’yı (as), Yahya’yı (as) ve Cercis’i (as) suçladıkları ittihamlarla da karşı karşıya kalabilirsiniz… Bütün bunlara rıza ile mukabele etmeyi beceremeyenler, Yeni Asya’yı anlayamadılar. Ama en iyi müfessir olan zaman, anlatmaya ve anlattırmaya devam ediyor.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Allah razı olsun.hislerimize tercüman oldunuz.Allah bizi son nefesimize kadar Bediüzzaman’ın zamana akseden mektubu olan Yeni asya’dan ayırmasın.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*