“Ben yaparım olur”culara çare…

Meclisin gündeminde Nur Risalelerini de ilgilendiren bir kanun değişikliği var.

Devlet önce Risale basanların basmaya devam etmesine fiilen engel oldu. Sonra da konuyu, “madem siz basamıyorsunuz; biz meseleye el koyalım, biz basalım veya bastıralım” noktasına getirdi.

Ne oldu da böyle oldu?

Bandrol meselesinin başlangıcı nedir?

Bediüzzaman’ın eserlerinin neşrinin ticarî bir hak değil dinî bir vazife olduğu açık.

Bu mühim vazifeyi Üstadın da izniyle ve emriyle vefatından sonra üstlenmiş olan talebeleri birer ikişer dar-ı bekaya göçüyorlar. (Mevla, bütün gidenlere rahmetiyle muamele etsin).

Kalanlar hayli yaşlandı. (Allah kendilerine uzun ve semeredâr ömür versin).

Neşir hizmetinin önüne bir engel olarak çıkarılan bandrol uygulaması “ticarî hak” kavramının bir neticesi. Kitaplar için 1999’da mecburi hale gelen uygulamanın genel amacı alelade fikir ve sanat eserlerinin korsan baskısını engellemek.

Dolayısıyla, bandrol uygulaması, ayrı bir kategori olan dinî eserleri ve bu kapsamda hem Kur’ân’ı, hem tefsirlerini ve hem de Nurları asla ilgilendirmemeli. Bunların ticareti yok. Mesele dinî kitaptan kazanılan para değil. Önemli olan muhtevanın asla uygunluğu ve sıhhati. Bunun için de farklı bir denetim mekanizması işletilmeli.  

Nitekim, üç ay önce başlayan bandrol vermeme uygulamasına kadar, Risaleler için kimseden yetki belgesi istenmiyordu. Basmak isteyenler bürokrasiyi aşmak için başvurularında Nurları “yetmiş yıllık koruma süresi dolmuş eser” yani “herkesin basıp satabileceği eski eser” olarak beyan edip bandrol alıyorlardı.

Risalelere bandrol mecburiyeti nereden çıktı?

Müellifinin açık iradesine ve kırk yıllık neşir tatbikatına rağmen son yıllarda bir yayınevi Nurları sadeleştirilerek yayınlamaya başladı. İkazlara rağmen bu yanlış ve aykırı uygulamada ısrar edildi. Bu da haklı tepkiye sebep oldu.

Sadeleştirme durdurulamayınca, çözüm devletten beklendi, Bakanlığa şikayetler gitti.

Bakanlık bürokratları, bazı Nur talebelerinden aldıkları bilgiyle konuya çözüm bulmaya çalıştı.

Bilgi şuydu: “Sadeleştirilmiş baskıyı yapanların elinde basıma yetkili olduklarına dair belge yoktur.”

Bu bilgiye göre çözüm de basitti: “Belge getirmeyene bandrol vermeyiz, sadeleştirenler de bandrol alamaz ve dolayısıyla sadeleştirilmiş nüshaları basamaz, mesele biter.”

Niçin kimse bandrol alamıyor?

Bürokratların yetki belgesi isteme kararıyla birlikte, Risale basmak isteyen herkesten “yetki belgesi” istendi. Ama kimse yetki belgesi ibraz edemedi.

Dolayısıyla bu aşamada bürokratlarca bir husus fark edildi: “Basanların hiçbirinin elinde Bakanlığın istediği mânâda hukuken geçerli bir yetki belgesi yoktur”.

Yine bu aşamada bürokratlarca -ve konu basına intikal ettiği için siyasetçilerce- fark edildi ki; “Bakanlığın istediği mânâda hukuken geçerli bir yetki belgesini elde etmek mümkün de değildir.”

Zira alelade eserler üzerinde neşir “hakkı” sahibi olmak için eser sahibinin kanunî varislerinden belge almış olmak gerekiyor.

Ancak, Nurlar için durum böyle değil, zira Risaleler dinî eser statüsünde ve Bediüzzaman’ın mirasına dahil değil ve olmamış. (Zaten kendisinin bu mânâda dağıtılacak bir mirası da olmamış).

Bandrolü kimler alabilmeli, niçin alamıyorlar?

Bediüzzaman, eserlerini vakfetmiş, yani bir şahs-ı manevî olarak kabul etmiş. Bu vakıf eseri sahiplenip neşretme vazifesini de yine bir şahs-ı manevî olarak tarif ettiği has talebelerine bırakmış. (Bunların bir kısmını gayrı resmî vasiyet niteliğindeki mektuplarında zikretmiş).

O halde Nurların neşri vazifesinde yetkili olanlar bu Nur talebeleridir. Onların vefatından sonra da yine onların vekil ettiği has talebeleri neşir hizmetini -yine bir hak olarak değil bir vazife olarak görüp- ifa ediyorlar ve edecekler.

Ancak neşir hizmetiyle vazifeli ağabeyler ve onların vekilleri hukuken geçerli bir resmî vasiyetname ile belirlenmiş değiller yani hukuken “atanmış mirasçı” durumunda da değiller.

Dolayısıyla sonuç olarak Bakanlığın istediği türden bir belgeyi getirmek mümkün değil.

Ancak Bakanlık bu durumu anlamasına rağmen yani neşir tatbikatının ortaya koyduğu fiilî durumdan ortaya çıkan hukukî sonuca rağmen, bunu görmek ve gereğini yapmak yani fiilî durumu hukukî statüye kavuşturmak yerine “yetki belgesi istemek” şeklindeki kararında ısrar ediyor.

Bakanlığın görünüşte maksadı “sadeleştirenleri engellemek”, ama bu kararın icrasının neticesi “herkesi engellemek” oluyor.

Problem nedir?

Bakanlık, “kanunî mirasçıların tümü ortak iradesini ortaya koysun ben de o irade doğrultusunda gereğini yapayım” diyor.

Ancak bu ortak irade henüz ortaya konulamadı. Zira kanunî (nesebî) varislerden biri kendi yönünden haklı olarak “biz bu eserler üzerinde hak sahibi değiliz ki bu konuda beyanda bulunalım” diyor ve her türlü beyandan kaçınıyor.

Siyasetçiler ise “konuyu bürokrasi ve kanunî varisler çözemediğine göre biz siyasiler çözelim ve yetkiliyi devlet eliyle tesbit edecek şekilde bir kanunî düzenleme yapalım” diyor.

Bu teklif şeklen makul gibi. Bir kısım Risale yayıncıları da hükümeti de bu hususta iyi niyetli kabul ederek teklifi destekliyor.

Ama bu teklif aslında fiilen Risalelerin devletleştirilmesi anlamına geliyor. Risalelerin yayın biçiminin ve muhtevasının alelade bürokratların insafına terk edilmesi gibi ciddi bir riski barındırıyor. Dolayısıyla diğer birçok Risale yayıncısı bu riske işaret ederek kanunî düzenleme  fikrini reddediyor.  

Çözüm nedir?

Acil çözüm için öncelikle kanunî varislerin “aslına uygun olmak kaydıyla mevcut yayınevleri Risale basmaya devam edebilir” biçiminde ortak iradelerini açıklamalarına ihtiyaç var.

Bu açıklamanın şu bilgileri içermesi gerekli ve yeterli:

-Nurların yayın hakkının Bediüzzaman’ın kanunî varislerine ait olmadığı.

-Nurların yayın hakkının Nur talebelerinin kurduğu (ve kuracağı) yayınevlerine ait olduğu.

-Yayın hakkının; işleme eserleri de yani tercüme, senaryo üretme, yeni tanzimler oluşturmayı da kapsadığı.

-Nurların sadeleştirilerek yayınlanması biçimindeki işlemenin ise müellifin adı kullanılarak değil, sadeleştirenin adının öne çıkarılması suretiyle yapılması halinde söz konusu olabileceği.

-Neşriyattan elde edilen gelirin yine ancak Nurların neşri için kullanılabileceği.

-Nüsha farklarının giderilmesi için yayıncıların işbirliğinin faydalı olacağı.

-İşleme eserler meselesi, nüsha farkları, neşir gelirlerinin sarf yeri ve diğer meseleleri de kapsayan kalıcı çözümler için yayıncıların işbirliğinin faydalı olacağı.

Bu irade açıklaması Bakanlığı bağlayacaktır. Böylece Bakanlık talep eden her yayıncıya aslına uygun yayın için bandrol vermeye mecbur kalmış olur. (Ayrıca, bu beyan, Bediüzzaman’ın kanunî mirasçılarını ve onların akrabalarını herhangi bir biçimde sorumluluk altına da sokmaz ve meseleyi bitirir).

Böylece, gelecekte sonuçları nereye kadar gideceği belli olmayan türden bir devlet müdahalesine ihtiyaç kalmadan hem bandrol meselesi ve hem de sadeleştirme meselesi çözülmüş olur.

Duaya devam. Her cinsten duaya…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*