Bende-i Şâh-ı Merdân

Bir önceki yazımız olan “Bediüzzaman Hazretleri’nin İsim ve Unvanları” ile ilgili birçok mesaj aldık. Her bir isim ve unvan ile ilgili ayrı bir çalışma yapılması gereği de vardı bu mesajlarda. İnşâallah dedik ve duâ hükmünde kabul ettik. Bu yazımızda “Şâh-ı Merdân ve Bende-i Şâh-ı Merdân” unvanları üzerinde durmak istedik. Şunu hassaten belirtmek isteriz ki; Bediüzzaman Hazretleri hakkında yazarken çok dikkatli olmalıyız. Üstâd Hazretleri’nin şahsı ve dâvâsı için yaptığımız araştırmalarda bilgi, belge, kaynak ve basılı evrakları bulmalı ve net ifadeler kullanmalıyız.

Bizler epey bir süredir serbest olarak özellikle Risâle-i Nur üzerine çalışmalarımızı Yeni Asya gazetemizde yayınlıyoruz. Bu çalışmalar zamana bağlı olmadığı için üzerinde haftalar, hatta bazıları için belki de aylarca araştırma ve tetkikatlarımız oluyordu. Ancak son haftalarda artık haftalık yazmaya başladık ve her Pazartesi inşâallah beraber olacağız. Bu arada şunu ilâve etmek istiyorum: Bizler kesinlikle kendimizi yazar kategorisinde görmüyoruz. Sadece epey süredir Risâle-i Nur üzerine yaptığımız okumalarda tuttuğumuz notları düzenlemeye, tasnif etmeye ve bir nevî şerh ve izah sadedinde çalışmaları paylaşmaya gayret ediyoruz. Bu çalışmalarımızın noksanlığını ve zaman zaman da beşeriyetten kaynaklanan hatalarımızın olabileceğini söylemek istiyoruz. Bu gibi durumlarda müdakkik ağabey ve kardeşlerden hassaten hem duâ hem de yardım istiyoruz.

Bu kısa girizgâhtan sonra önceki yazımız ile ilgili bir tashihât yapalım. Bir önceki yazımızda bizler Üstad Hazretleri’nin isim ve unvanlarını tesbit ederken bir tanesinin de “Şâh-ı Merdân” olduğunu beyan etmiştik. Esâsında yazıyı hazırlarken “Şâh-ı Merdân” unvanı özellikle dikkatimizi çekmiş ve “Hz. Ali (kv) Efendimize has olan bu unvan niçin Üstâd Hazretleri için de kullanılmış?” diye de düşünmüştük. Çalışmamızı hazırlarken Üstâd hakkında daha önce bu tür çalışmalar yapan çok muhterem M. Latif Salihoğlu Ağabeyimizin de bir yazısına tevafuk etmiştik. Latif Ağabeyin o yazısı “Bediüzzaman’ın isim, imza, mühür ve ünvanları” başlığıyla 2003 yılı Ocak ayında Yeni Asya’daki köşesinde yayınlanmış. Yazı şu anda bir internet sitesinde mevcut.1 Biz de bu sitedeki yazıdan “Şâh-ı Merdân” alt başlıklı şu izahları okumuştuk:

“Üstâd Bediüzzaman’a ait bir madenî mührün olduğunu, muhtelif vesikalarda görüp öğreniyoruz. Bazı durumlarda, parmak izi veya imza ile birlikte, bu mührü de kullanmıştır. Mührün üzerinde nelerin yazılı olduğu ise, bizim gibi çoğu kimse için de mûcib-i meraktır. Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye ile ilgili vesikalarda da dikkat çeken Bediüzzaman’a ait mührün daha vâzıh bir suretini görüp, üzerine kazınmış yazıyı çözdüğünü belirten Van Edremit’ten muhterem Ata Beyaz Hocamız, hususî duâsına da dâhil ettiği şekliyle, o mührün üzerinde şu ifadelerin yer aldığını bize beyan ettiler: ‘Mirza, Nuriye, Şâh-ı Merdân, Hazret-i Bediüzzaman’. Mühürde yazılı Mirza babasının, Nuriye annesinin ismi. Şâh-ı Merdân ünvanının ise, Hz. Ali (kv) için kullanıldığını çoğunuz bilirsiniz.”2

Bizler de buraya istinaden önceki yazımıza Bediüzzaman Hazretleri’nin isim ve unvanlarına “Şâh-ı Merdân” unvanını da eklemiştik. Bu yazımıza epey katkı yapan ağabey ve kardeşler oldu. Özellikle İzmir’den Bilâl Tunç Ağabey ise “Şâh-ı Merdân” unvanında bir sehiv olabileceğini beyan etti. Kendisi ile telefonla meseleyi mütalâa ettik. Bilâl Ağabey müdakkik, ehl-i tahkik ve tetkik bir ağabeyimizdir. Kendisi ile uzun süredir Risâle-i Nur imlâsı, imlâ kılavuzcuğu ve tashihat üzerine birlikte çalışmalarımız oluyordu. Onun bu tür çalışmalara muhakkak ilgi duyacağını ve katkı yapacağını da biliyordum. Ve öyle de oldu. Kendisine hem duâ ediyor, hem de böyle müdakkik, ehl-i tahkik ve tetkik bir büyüğümüzden istifade ettiğim için memnuniyetimi ifade etmek istiyorum.

Bu arada bizler “Şâh-ı Merdân” üzerine araştırmalarımızı yoğunlaştırdık. Şâh-ı Merdân; Mertlerin Şâhı, Hz. Ali Radiyallahüanh’ın bir nâmıdır.3 Yani Şâh-ı Merdân, Hz. Ali Efendimiz için kullanılan bir nâm ve unvandır. Öyleyse Bediüzzaman Hazretleri için de “Şâh-ı Merdân” kullanılmış mıdır? Ulaştığımız bilgilerde Bediüzzaman Hazretleri için “Şâh-ı Merdân” değil, “Bende-i Şâh-ı Merdân” unvanı kullanıldığını tesbit ettik. Hatta 6.12.2011 tarihinde gazetemiz yazarlarından çok muhterem Ahmet Demirdöğmez’in de “Bende-i Şâh-ı Merdân Bediüzzaman” başlıklı bir yazısının yayınlandığını gördük.4 Bu yazıda ayrıca Bediüzzaman Hazretleri ile Hz. Ali (kv) Efendimiz’in münasebeti ve Hz. Ali’nin (kv) Risâle-i Nurlar ile ilgili alâka ve tebşiratları da izah edilmiş.

Bundan başka Abdülkadir Badıllı Ağabeyin hazırlamış olduğu Mufassal Tarihçe-i Hayat, Nisan 1998 Basımı, 1. cilt, s. 327’de “Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin Mührü” başlığı altında şu ifadeler yer almaktadır:

“Bediüzzaman, Hoca-i Cinan, o günlerde İstanbul’dan ayrılacağı zaman, âdeta yepyeni bir vazife ile vazifelendirilmişçesine ve pek büyük bir hizmetin başına tayin edilmiş gibi, sultanlara, vazifedâr büyük memurlara mahsus yaptırılan mühür nevinden, kendisinin unvanını beyan eden bir mühür yaptırır. Bu mührün üzerine ‘Bende-i Şâh-ı Merdân Bediüzzaman’ yazısını yazdırır. Mânâsı, ’yiğitlerin, kahramanların Şâhı olan Hazret-i Ali’nin (ra) hizmetçisi, kölesi Bediüzzaman’ demektir.”5 Mufassal Tarihçe-i Hayat’ın aynı sayfasında ilgili mührün asıl resmi de bulunmaktadır.

Risâle-i Nur Külliyatı üzerinde yapmış olduğumuz taramada ise Nurun İlk Kapısı’nda şöyle bir yere tevafuk ettik:

“Burc-u enversin efendim, kâl’a-i İslâma sen.
Nail olmuşsun bugün Kur’ân ile ikrama sen.
Sensin ol dellâl-ı Kur’ân, yoluna canlar feda,
İltifât-ı Şâh-ı Merdân ile sensin mukteda.”6

Burada da Bediüzzaman Hazretleri için “İltifât-ı Şâh-ı Merdân” ifadesi geçmektedir. Hz. Ali (kv) Efendimiz’in iltifatına mazhar olan Üstadımızın önemli bir cihetine daha temas edildiği görülüyor. Esasında Risale-i Nur’a Hz. Ali’nin (kv) ilgi ve alâkası Risâle-i Nur Talebeleri tarafından biliniyor. Bu bilgiler için muhterem Ahmet Demirdöğmez’in Yeni Asya’da yayınlanan yazısına müracaat edilebilir: http://www.yeniasya.com.tr/yazi_detay.asp?id=4396

Yine bu konu ile alâkalı Mehmet Kırkıncı Hocanın 2.7.2010 tarihli yazısındaki bir hâtırasında önemli bilgiler var. İlgili hâtıra şöyledir:

“Eleşkirt Seyahati Ve Müftüsünün Üstad Hakkında Anlattıkları

Eleşkirt’te Hüseyin Aslan isminde esnaf birisi vardı. Erzurum’a her gelişinde kendisini misafir ederdik. Bizi Eleşkirt’e dâvet etti. Vahdeddin Hızıroğlu ile birlikte ziyaretine gittik. Akşam evinde esnaftan bir cemaat topladı. Onlara ders okuduk. Daha sonra, ‘Hocam buranın müftüsü Abdulaziz Bey, Üstâd’ı çok iyi biliyor. Sabah onun ziyaretine gidelim’ dedi. Ben çok sevindim. Sabah müftü efendinin yanına gittik. Müftü Efendi henüz gelmemişti. Biraz sonra içeriye bembeyaz sakallı, beli bükülmüş bir ihtiyar geldi ve makamına oturdu. Hüseyin Efendi, bizim Nur Talebesi olduğumuzu söyleyince müftü birden ayağa kalktı. Bizi kucakladı. İkramlarda bulundu. Kendisine Üstâd Hazretleri’ni nasıl tanıdığını sorduk.

Kendisine has şivesiyle bize şunları anlattı: ‘Babam Eleşkirt’in Toprakkale Köyünde müderristi. Bu bölgenin en büyük âlimiydi. Biz babamdan ders okurken, Üstâd’ı ‘Molla Said-i Meşhur’ namıyla tanıyorduk. Kendisinin vehbî ilimlere mazhar olduğunu ve Şarktaki bütün müderrislerin ve âlimlerin takdirini kazandığını duymuştuk. Bir gün Bediüzzaman bizim medresemize geldi. Babam yetmiş yaşını geçmiş olduğu halde ona çok büyük saygı gösterdi. Ayağa kalktı. Biz hayranlıkla onu seyrediyorduk.’

Sonra Üstâd’ı tarif etti ve konuşmasını şöyle sürdürdü: ‘Babamın büyük ve zengin bir kütüphanesi vardı. Bediüzzaman Hazretleri yatağının o kütüphaneye serilmesini istedi. Orada kalmaya başladı. Kendisine verdiğimiz yemeklerin hemen hepsini iade ediyor, yalnız bir tas çorba ile iktifa ediyordu. Misafir kaldığı süre içinde bütün vaktini kütüphanede geçiriyordu. Ancak mütalâa tarzı biraz garipti. Bir kitabı alıyor, kendisine ait oturuşuyla kitapları öylece okuyordu. Üstadın hikmetini bilmediği oturuş şeklini görünce, babasına: ‘Seyda! Sen bu zata boşuna itibar ediyorsun. Bu zatın kitap okuyuş şeklini gördün mü, benim hoşuma gitmiyor. Doğru dürüst okumuyor bile’ dedim. Babam beni azarladı ve: ‘Siz ona karışmayın’ dedi. Onun kıymetini ve babamın ona olan saygısının sebebini sonradan anladık. On beş gün içinde o kütüphanedeki birçok kitabı mütalâa etti. O zamanlar bir mührü vardı. Üzerinde ‘Bende-i Şâh-ı Merdân Bediüzzaman’ yazılıydı. Kütüphanedeki kitapları tetkik ettik. Büyük çoğunluğunda bu mührün basıldığını gördük. Kısa bir zaman da bu kadar kitabı mütalâa etmiş olmasına hayran kaldık. Kitapların arasındaki bazı boş kâğıtlara da mührünü basmıştı.’

“Müftü Efendi bunlardan birisini bana hediye etti. Biz de onlara Bediüzzaman’ın yazmış olduğu Risâle-i Nur Külliyatından bahsettik ve bu eserleri Eleşkirtli gençlere tavsiye etmesini istirham ettik ve elini öperek oradan ayrıldık.”7

Görüldüğü üzere Bediüzzaman Hazretleri’nin “Şâh-ı Merdân” unvanını değil, “Bende-i Şâh-ı Merdân Bediüzzaman” unvanını kullandığı ve bunun mührü ile sabit olduğu anlaşılıyor.

Dipnotlar:
1-http://www.muhabbetfedaileri.com/nurculuk-ve-risale-i-nur/1953-bedi%C3%BCzzaman-%C4%B1n-isim-imza-m%C3%BCh%C3%BCr-ve-%C3%BCnvanlar%C4%B1/
2-http://www.muhabbetfedaileri.com/nurculuk-ve-risale-i-nur/1953-bedi%C3%BCzzaman-%C4%B1n-isim-imza-m%C3%BCh%C3%BCr-ve-%C3%BCnvanlar%C4%B1/
3- Yeni Lügat,1992,s:465
4- http://www.yeniasya.com.tr/yazi_detay.asp?id=4396
5- Mufassal Tarihçe-i Hayat, Nisan 1998 Basımı, 1.cilt s. 327.
6- Nurun İlk Kapısı >Nurun İlk Kapısı,200 Baskısı, Beyaz Karton kapak,s: 144.
7- http://www.mehmedkirkinci.com/index.php?s=article&aid=47

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*