Beşinci Şuâ’nın kahramanı…

1907-1908 yıllarında, İslâmiyete çok alâka duyan Japonya’nın o zamanki başkumandanı, Osmanlı ulemasından, âhirzamana ait, özellikle de bazı müteşabih hadis-i şerifleri sorar. Zannedersem şeyhülislamın da içinde bulunduğu Osmanlı âlimleri, zorlandıkları bu mevzu ile alâkalı cevapların, ancak İstanbul’a yeni gelmiş olan ve kaldığı hanın kapısına “Burada her suâle cevap verilir, fakat sual sorulmaz” levhasını asan Bediüzzaman-ı Meşhur tarafından verilebileceğini söyleyerek işi ona havale ederler.

Büyük ve vehbî bir ilim sahibi olan Bediüzzaman, bu suallerin cevaplarını teker teker verir. Tabiî buna İslâm âlimleri de çok sevinir ve şaşırır. Japon başkumandanı ise istediği cevapları almanın huzurunu yaşar.

Eski Said devrine ait bu risalelerini pek ortada gezdirmeyen ve setrederek mahrem vaziyette tutan Said Nursî, daha sonraki mahkeme, hapis ve sürgün dönemlerindeki aramalar sırasında ellerine geçirenlere şöyle bir ifadede bulunuyor:

“Bu Beşinci Şuâ’yı hükümetin eline geçmeden evvel biz mahrem tutuyorduk. Hem bütün taharrilerde bende bulunmadı. Hem maksadı yalnız avâmın imanlarını şüphelerden ve müteşabih hadisleri inkârdan kurtarmaktır. Dünya cihetine üçüncü, dördüncü derecede, dolayısıyla bakar. Hem verdiği haberler doğrudur. Hem ehl-i siyaset ve dünya ile mübareze etmiyor, yalnız ihbar eder. Hem şahısları tayin etmiyor. Küllî bir sûrette, bir hakikat-i hadîsiyeyi beyan eder. Fakat o küllî hakikati, bu asırdaki dehşetli bir şahsa tam tatbik etmişler. Onun için bu senelerde yeni telif edilmiş zannıyla itiraz ettiler. Hem o risalenin aslı, Dârü’l-Hikmet’ten daha eskidir. Yalnız bir zaman sonra tanzim edildi, Risale-i Nur’a girdi…” (14. Şuâ) diyerek beyan eder.

Daha sonraları, müellif-i muhterem tarafından; zamanın ilcaat ve icabatına göre, bazı ilâveler ve tanzimler yapılarak ortaya çıkarılan bu Beşinci Şuâ’nın ortada bir kahramanı yokken, o şablonun içine kendileri bir şahsı ilâve ederek, Beşinci Şuâ’ya namzet etmişlerdir. Hâlbuki hadis-i şeriflerin mânâsını izah eden Üstad, Beşinci Şuâ’da, doğrudan bir şahıs isminden bahsetmemiş ki… Ama işte, işi o raddeye getirenler kendileri… Hem de şikâyetlenenler… Ne yaparsın? Bu günlerde, Beşinci Şuâ’yı okursanız, söylediklerimizin mânâsını daha iyi anlarsınız…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*